2016 Nobel Ekonomi Ödülü’nü, iki Amerikan profesörü paylaştı. İkisi de “Sözleşme Kuramı” üzerinde çalışmış. Sözleşme denilen şeyin esası da “quid pro quo” imiş. Bu, Latince bir deyim. Kelime, kelime tercüme edilirse “ona karşı bu” diye Türkçeye çevrilebilir. Benim anladığım “vermeden almak olmaz” demektir. Yazımın başlığı olarak bunu seçtim.
Hemen aklıma AKP’nin “özelleştirme sözleşmeleri” geldi. Devletin gelecekte toplayacağı paralardan vazgeçerek, köprü-tünel-havalimanı inşa ettiriyorlardı. Sonra da devletin cebinden tek kuruş para çıkmadı diyerek “çok akıllıyız” havası basıyorlardı. Yandaşlar da “helal olsun size bu oylar” diyordu. Şimdi köprüden geçenler paranın kimin cebinden çıktığını anlamıştır herhalde. İngiliz asıllı olan Oliver Hart, Harvard’da iktisat; Fin asıllı Bengt Holmstron ise MIT’de iş idaresi profesörü.
Harvard’ın en ünlü fakültesi hukuk, MIT’inki de mühendisliktir. Ama her ikisi de hem fen, hem de insani bilimlerde eğitim veren, yayın ve araştırma yapan büyük üniversitelerdir. Yüksek düzeyde bilim yapmak piramit inşa etmeye benzer. Tabanı geniş olmazsa fazla yukarılara çıkılmaz. Bu da ancak bilim ortamı içinde olur.

SÖZLEŞME KURAMI (TEORİSİ)

Sözleşmeler, iktisat ve hukuk kümelerinin ortak kesit alanına girer. Her iktisadi faaliyet sözlü veya yazılı bir sözleşme içerir. En basitinden en karmaşığına kadar tüm satın almalar, kiralamalar, firma veya ortaklık kurmalar veya ortaklıktan ayrılmalar, özelleştirmeler veya millileştirmeler, bir işe girmek veya işten çıkmak veya çıkarılmak ve hepsinden önemlisi evlenmek veya boşanmak birer sözleşmedir. Hal böyle olunca akla şu soru geliyor: Sözleşmeler nasıl yapılmalıdır ki, (iktisadi) hayat en “iyi” şekilde işlesin. Burada “iyi” sıfatı, verimli, ihtilafsız, zarar ziyana yol açmayan anlamlarına gelir. Pür iktisat diliyle düşünmek gerekirse, iktisadi sistemin “iyi işlemesini” yüksek milli gelir büyümesi, düşük işsizlik, eşitlikçi gelir dağılımı, fiyatsal ve finansal istikrar sağlayan durum şeklinde anlamak gerekir.
Bu yıl iktisat Nobel’ine layık görülen Hart ve Holmstron (pek tabii bu hocalardan çok önce aynı konuda kafa yoran diğer bilim adamları) herhalde şöyle düşündüler. Eğer sözleşme yapacaklara rehber olacak bir “sözleşme teorisi” inşa edilebilirse, daha iyi sözleşmeler yapılabilir.

NİÇİN SÖZLEŞMELER HEP NATAMAMDIR

Profesör Hart’ın “fazla, noksandır” (more is less) diye sloganlaştırdığı bir sözleşme hipotezi var. Hart, “taraflar, bilinçli olarak sözleşmeleri natamam (incomplete) yapar” diyor. Bunun sebebi, tarafların iktisadi ve hukuki bilgilerin eşit olmaması veya gelecekte ortaya çıkabilecek hallerin bugünden bilinememesi değildir, diyor. Kapsam ne kadar geniş olursa olsun, sözleşmede yer almayan bir hal ortaya çıkınca, sözleşmede yer alan haller referans olarak alınmakta bu da işin içinden çıkmak için şart olan “yeniden müzakereyi” zora hatta açmaza sokmaktadır, diye ilave ediyor. Hart’ın teorisine göre sözleşmeleri, her hali kapsayacak kadar uzun tutmakla bu sorun çözülmez. Çünkü hiçbir uzunluk yeterli değildir. İyi sözleşme, (uygulama sırasında) ortaya çıkabilecek öngörülmeyen bir hâlden hâsıl olacak “nimet” (ve külfeti) bölüştürecek hükümleri içerendir.
Son söz: Aldım diyene bir sor, ne vermiş acaba?