Sevgili okurlarım, karşımızda iktidarın ve özellikle de dünya liderimizin (!) yarattığı inanılmaz bir propaganda makinesi var.
Bu amaçla her fırsat kullanılıyor.
Bu süreçte şehitlerimiz bile kullanılıyor.
Önceki gece İstanbul’da düzenlenen futbol maçı bunun son göstergesi oldu.
Pankartlar, afişler, biletli ve biletsiz bindirilmiş kıtalar, Recep Erdoğan için haykırılan sloganlar, stadyumda Kur’an okutulması, atılan nutuklar, her şey ama her şey, bu gösterinin bir parçası olarak kullanıldı.
Oysa durum çok farklı!
Ülke olarak yaşadığımız acı olayların hesabını vermesi gerekenler bunu yapmak yerine, kurdukları propaganda makinesinin ardına sığınıp kendilerini aklamaya çalışıyor.
O maçta sponsor destekleri dahil epeyce yardım parası, gazetelerin yazdığına göre 50 milyon lira toplanmış ve bu para şehit ailelerine verilecekmiş.
Hangi şehit ailelerine acaba?
Sadece PKK olayında bugüne kadar asker ve polis olarak binlerce şehit verdik. Yaklaşık sekiz bin...
Hiç kuşkum yok, o ailelere bir kuruş verilmeyecek. Zaten verilse bile aile başına sadece birkaç lira düşer.
Sakın yine “15 Temmuz şehitlerinin ailelerine verilecek” demesinler, çok ayıp olur.
Şehitlerin geride bıraktığı acılı aileler arasında bu kadar ayrım yapılması zaten yakışık almıyor.
O halde, toplanan bu para kimlere ödenecek?
Bu sorunun yanıtı verilecek mi!
Hayır, hiçbir zaman verilmeyecek.

* * *

Türkiye olarak, Türk Milleti olarak tanık olduğumuz şu acı olaylara bakın. Her gün facialar yaşanırken ülkeyi yönetenler her seferinde zeytinyağı gibi suyun üzerine çıkıyor ve üstelik bu olayları kendi propagandalarına alet ediyor.
Çok uzağa gitmeye gerek yok.
Sadece son iki hafta içerisinde yaşanan olaylara ve ülkemizin bu hükümet döneminde ne durumlara düşürüldüğüne kısaca bakalım:
- İstanbul Beşiktaş’taki iki ayrı patlama.
- Kayseri’de askerlerin otobüsündeki patlama.
- Büyükelçi cinayeti.
- Suriye’de başımıza gelenler.
Unutmayın, bunlar sadece son iki haftanın bilançosu!..
Ve (büyükelçi dışında) verilen nice şehitler.
Bu olanların hiçbirinde hükümetin hiçbir sorumluluğu yok!

* * *

Bunlardan biri bile bir başka ülkede olsa, o ülkeyi yönetenlerden hiç değilse bir kişi ya istifa eder, ya da görevden alınırdı.
Bizde ise böyle bir uygulama yok.
Hepsi pişkin!..
Hepsi birbirini koruyup kolluyor, kimse kimseden hesap sormuyor.

* * *

Bunlardan biri bir başka ülkede olsaydı kamuoyu ve özellikle de muhalefet partileri toplumu ayağa kaldırıp bu olanların hesabını iktidardan sorardı.
Kılıçdaroğlu ve CHP nerede!
Bu süreç öyle birkaç kınama mesajıyla, iyi niyetle birkaç demeç verip hükümeti eleştirmekle geçiştirilecek kadar basit
değildir.
Her gün gideceksin işin üzerine, her gün hükümeti istifaya çağırıp veryansın edeceksin.
İktidar partisi ve cumhurbaşkanı nasıl yapıyorsa, sen de toplumu öyle ikna edeceksin.
“Emin Bey iyi diyorsun da bizim elimizde o olanaklar yok ki” deme hakkına sahip değilsin!
Yaratacaksın.
Aksi takdirde, yapamıyorsan sen gitmelisin, yerine başkaları gelmeli.

* * *

CHP ve Kılıçdaroğlu için söylediklerimi ne yazık ki Devlet Bahçeli ve MHP için söyleyemiyorum.
Bahçeli’yi şöyle tanımlıyorum:
“Umutsuz vaka!..”
O bir muhalefet partisinin (!) genel başkanı değil, AKP hükümetinin kaderde, kıvançta ve tasada ortağı, savunucusu ve en büyük destekçisi.
Dolayısıyla, yaşadığımız bu kara günlerin eleştirisini yapması asla mümkün değil.
Türkiye’de kıyamet kopuyor...
Bombalar birbiri ardına patlıyor, cinayetler işleniyor, Suriye topraklarında bile şehitler veriliyor.
Gel gelelim Devlet Bey’den tık yok.
Belki şimdi birileri “Adama haksızlık etme ama, bazen konuşuyor” diyecektir.
Doğrudur!
Bazen konuşuyor ama her seferinde hükümete destek veriyor!
Suriye olayında bile hükümetin yanında yer almayı başardı!
Siyasette geleceği yere gelmiş. Daha ne bekliyor, hangi umutları taşıyor, bu yaştan sonra amacı acaba nedir?
Partisinin tabanını oluşturan yurtsever ülkücüler de onun ne yaptığını anlamıyor.
Böylesine muhalefetsiz bir ortamda milyonlarca insanımıza da bu tiyatroyu acıyla, üzülerek seyretmek düşüyor.