Sevgili okuyucularım, geçmişte ne yazdıysam doğru çıktı. Suriye olayından tutun Fetullah belasına kadar...
Şu anda Türkiye’de yaklaşık üç milyon Suriyeli yaşıyor. İçlerinde teröristler, ajanlar, katiller, hırsızlar, dilenciler, zavallılar, iyi niyetliler, ne ararsanız var. Devlet bir bölümünü kamplarda besliyor ama paralar suyunu çekti. Hükümet AB’den para dileniyor.
Büyük kentlerimiz Suriyelilerle doldu. Çadırlarda sefil bir hayat yaşıyorlar, dileniyorlar.
Ülkenin dört bir yanında her gün olaylar çıkıyor. Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Osmaniye, Adana, Mersin, Hatay, Ankara, İstanbul ve göçmenlerin yoğun olduğu bütün illerde tatsızlık yaşanıyor, protesto gösterileri düzenleniyor. Gaziantep’te bir Suriyeli cinayet işledi, kentte protesto olayları durulmadı.
Bu olanların, başımıza açılan bu Suriye belasının en büyük sorumlusu Tayyip Erdoğan ve onun eski Hariciye Nazırı Davutoğlu Ahmet’tir.
Esad’ı devirme hülyasıyla Suriye’yi durup dururken kaşıdılar, başaramadılar. Üstelik başımıza bu belayı açtılar.
Bundan sonra neler olacağını hükümet de bilmiyor.

* * *

Oysa Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la, dünya liderimiz (!) Tayyip Erdoğan arasında geçmişte su sızmıyordu. Birbirlerine öylesine yakın dururlardı ki...
Tayyip Erdoğan, 2008 yılının Ağustos ayında Esad’la eşini Türkiye’ye davet etti. Bodrum’da Rixos Otel’de -aile boyu- güzel bir tatil yaptılar. Tayyip onları Bodrum Havaalanı’nda karşıladı...
Sarmaş dolaş oldular, hasret giderdiler...
Dünya liderimiz açıklama yapıyordu! “Türkiye ile Suriye arasında dostluk temellerini attık...”

* * *

Sonra geldik 2009 yılının Aralık ayına... Bu kez Tayyip Erdoğan Suriye gezisine çıktı. Esad’la yine sarmaş dolaş oldu. Öpüştüler, doyasıya koklaştılar, ortak basın toplantısı düzenlediler. Tayyip Erdoğan, Esad’a “Saygıdeğer Cumhurbaşkanı kardeşim” diye hitap ediyor ve şöyle diyordu:
“Suriye ile tarihi bir süreci başlattık. Bu gezimizde iki ülke arasında tam 51 mutabakat metni imzalandı. Ülkelerimiz arasında bölgeye ve dünyaya örnek olacak bu ilişkiler, gelecekte daha da güçlenerek devam edecektir.”
Hızını alamayınca sözlerini şöyle sürdürdü:
“Suriye bizim Ortadoğu’ya açılan kapımız ve ikinci evimizdir. Türkiye de Suriye’nin Avrupa’ya açılan kapısı ve ikinci evidir... Bunun önünü kimse kesemez. Karşılıklı ticaretimizde 350 milyon dolardan başladık, bugün iki milyar dolara geldik. İnşallah ekonomik ilişkilerimiz beş milyar dolara çıkabilir. Siyasi, ekonomik, eğitim, kültür, her türlü alanda çalışmalarımızı yapabiliriz. Buna mani bir hal yok... Bu konuda da değerli kardeşim Sayın Esad’ın yaptığı açıklamalardan dolayı kendisine minnettarım...”

* * *

Yukarıda size 2008 ve 2009 yılından iki örnek verdim. Şimdi gelelim 2010 yılına. 12 Eylül 2010 günü Türkiye’de anayasa referandumu yapılacaktı. Dünya liderimiz her yerde mitingler düzenleyip “Evet oyu verin” çağrıları yapıyordu.
Kürsülerin arkasına koskoca “Evet” yazıları asılıyordu.
Yandaş ve işbirlikçi medya bu kampanyaya bütün gücüyle gaz veriyordu.
Günlerden 15 Ağustos 2010...Tayyip Erdoğan bu kez Suriye’ye komşu kritik il olan Gaziantep mitinginde konuştu. Şimdi bu konuşmasının Suriye ve Esad’la ilgili video çözümünü sizlere aynen iletiyorum. Lütfen dikkatle okuyunuz ve beyefendinin nasıl çelişkiler içinde olduğunu, dün ak dediğine bugün nasıl kara dediğini ve hiçbir şey bilmediğini iyice görünüz.
Evet, çıkmıştı kürsüye, çevreden toplanan partililere ve bindirilmiş kıtalara coşkuyla, el kol hareketleriyle hitap ediyor ve bilinçsiz kalabalık ona alkış tutuyordu!

* * *

İşte o bant çözümü:
- “Türkiye on yıllar boyunca içine kapandı, içine kapatıldı. Ne dediler, ‘Türkiye’nin üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili’ dediler. Biz geldik bu anlayışı yıktık. Bu anlayışı ortadan kaldırdık. Bunu en canlı şekilde, en yakın şekilde Gaziantep yaşıyor. Türkiye ve Suriye daha 7.5 yıl öncesine kadar birbirine husumetle (düşmanlıkla) bakıyordu. İki ülke (Apo olayı nedeniyle) zaman zaman savaşın eşiğine geliyordu. Biz geldik, ESAD KARDEŞİMLE oturduk, iki ülke arasındaki meseleleri konuştuk. İstişare ettik (danıştık,) müzareke ettik...Ve Türkiye ile Suriye’yi bölgenin iki KARDEŞ, iki DOST ülkesi haline getirdik mi? (Kalabalıktan eveeet sesleri.)
Her alanda işbirliğine gittik mi? (Kalabalıktan eveeet sesleri.)
Ekonomide, ticarette, dış politikada, kültürde, sanatta, ulaştırmada, bayındırlıkta işbirliği anlaşmaları imzaladık mı? (Bu anlaşmaların imzalandığını bilen (!) kalabalıktan yine eveeet sesleri.)
Suriye ile aramızdaki mayınları temizlemek için adımlarımızı attık mı? (Yine eveeet sesleri. Recep Bey madeni bulmuş, kalabalığı okşayıp güzelce bağırtıyordu!)
Suriye ile aramızdaki vizeleri kaldırdık mı? (Eveeet.)
Şimdi benim Gaziantepli kardeşim cebine pasaportunu koyuyor, istediği gibi Halep’e gidiyor, Şam’a gidiyor. Halep’teki, Şam’daki, Lazkiye’deki, Hama ve Humus’taki kardeşim cebine pasaportunu koyuyor, Gaziantep’e geliyor. Soruyorum, kim kazandı? Gaziantep kazandı dii’mi? (Kalabalıktan eveeet sesleri.)
Esnaf kardeşim kazandı dii’mi? (Eveeet.)
Tüccar kazandı dii’mi? (Eveeet.)
Sanayici kazandı dii’mi? (Eveeet.)
Vatandaşım kazandı dii’mi?
(Amigo Tayyip kalabalığı bir kez daha bağırtıyor: ‘Eveeet’...Ve sözlerini şöyle bitiriyor:)
Bütün o korkuların, bütün o tehditlerin ne kadar boş olduğu ortaya çıktı. Düşman üretme politikasından yarar değil ZARAR gördüğümüz ortaya çıktı.”
(Video çekimi burada bitiyor.)

* * *

Şimdi aradan altı yıl geçti. Kendi kaprisleri ve mezhep anlayışları nedeniyle Esad’la papaz oldular, devirmeye kalkıştılar ve başımıza Suriye belasını açtılar...
Durup dururken ve ortada hiçbir şey yokken...
“Esad kardeşim” diyordu, “Türkiye ile Suriye’yi bölgenin iki kardeş, iki dost ülkesi haline getirdik, her alanda işbirliğine gittik, vizeleri kaldırdık” diyor ve Esad’a övgüler düzüyordu!
Peki bu altı yıl içerisinde ne oldu, ne değişti? Suriye’den Türkiye’ye bir tehdit mi geldi? Terör mü ihraç edildi? Saldırı mı oldu? Hayır, hiçbir şey olmadı. Sadece Tayyip Erdoğan’a ABD’den emir geldi:
“Biz Esad’ı devirmeye karar verdik, sen de gereğini yap, düşman olduğunu açıkla, gerekirse askerinle Suriye’ye gir!”

* * *

Evet, işte bu anlamsız kaprisleri nedeniyle, Suriye ile resmen düşman olduk.
Dün bu sözleri söyleyen, bugün ise Suriye’ye durup dururken -ABD’den gelen talimat uyarınca- düşman olmak zorunda kalan dünya liderimiz (!) bu siyasi kimliği ile başka bir ülkede yaşıyor olsaydı...
O makamlarda bir dakika bile oturması mümkün olmazdı.
Ya görevden alınır ve hesap sorulur, ya da istifa etmek zorunda kalırdı.
Onun Hariciye Nazırı olan ve başımıza bu çorabı ören bir numaralı sorumlu Davutoğlu Ahmet ise Yüce Divan önünde hesap veriyor olurdu.
Ama burası Türkiye abicim!..
Kim kimden hesap soracak!