Sevgili okuyucularım, şimdi söyleyeceklerimi yaşı çok genç olanlar elbette ki bilemez... Çünkü bilmek için o günleri yaşamış olmak gerekir.
Yıl 1974...
Kıbrıs’ta çok önemli olaylar oluyor. Rum yönetimi Türk toplumunu kesip biçiyor... Ve Türkiye bilmem kaçıncı kez Kıbrıs’a çıkma hazırlığı yapmaya başlıyor. Daha önceki girişimler ya dış baskılar nedeniyle gerçekleşmemiş, ya da çeşitli nedenlerle ertelenmişti.
Birliklerimiz Anamur ve Mersin’e doğru yola çıkıyor. Oradan çıkarma gemilerine binilecek, ver elini Kıbrıs...
Çok zor bir harekat olacağı belli.
Askerlerimiz yollarda büyük tezahüratla karşılanıyor. İkramların haddi hesabı yok. Mersin Limanı da öyle.
Çıkarma birlikleri Mersin’de yine büyük tezahüratla gemilere bindiriliyor.
Toplumda büyük bir coşku var...
Var çünkü Türk Milleti ulusal bir davaya destek veriyor.

*  *  *

Toplumda, basında bir tek çatlak ses yok. Milyonlarca insan ordumuzun başarısı için dua ediyor.
Kıbrıs’a çıkıyoruz... Rum ordusu ile Yunan ordusu iyi direniyor. Kanlı savaşlar oluyor.
Sonuçta kazanıyoruz. 20 Temmuz 1974 günü başlayan harekat ağustos ayında sonlanıyor. Hepsi olmasa bile ele geçirmemiz gereken yerlerin çoğunu
alıyoruz.
Bedeli 499 şehit, yüzlerce gazi, yanlışlıkla batırdığımız Kocatepe Muhribi, düşen iki uçak ve dört helikopter.
Arkasında bütün milletin coşkusu ve desteği ile birlikte ordumuzun yurt dışındaki son harekatı...

*  *  *

Bir de şimdi olanlara bakalım ve 1974 yılına dönüp, olanları Kıbrıs Barış Harekatı’yla kıyaslayalım.
Şimdi askerimiz yine yurt dışı sefer için hazırlanıyor.
Bir bölümü Irak topraklarında...
Hükümet bağırıp çağırıyor!
“Bize hiç kimse karışamaz... Suriye ve Irak sorunu biz olmadan çözülemez... Hem arazide olacağız, hem de müzakere masalarında...”
Suriye’de balıklama daldık Ortadoğu bataklığına. Başımızdakiler işin bir adım sonrasını düşünmekten acizdi.
Şimdi Musul’u kurtarmak (!) iddiasıyla Irak bataklığına dalmak üzereyiz. Askerimizi istemiyorlar... Ve bizimkiler habire posta koyuyor:
“Ulan şerefsiz Irak hükümeti, sen istesen de istemesen de biz oralara gireceğiz!.. Sen kimsin de bizi istemiyorsun!..”

*  *  *

Çok dikkat ediniz, gerek Suriye ve gerekse Irak’ta yer alan sorunlu bölgeler bizim sınırlarımıza jet uçuşuyla bilemediniz üç beş dakika...
Peki biz kara birliklerini kullanıyoruz da, yeni düşmanlarımızın üzerine uçaklarımızla niçin saldıramıyoruz?..
Çünkü başta ABD olmak üzere Batı dünyası, uçaklarımıza izin vermiyor!..
Ve bizi yönetenlerin elinden sadece birilerine posta koymak, bağırıp çağırmak, tehdit etmek geliyor!
Onlar için önemli olan böyle yöntemlerle gösteriş yapmak, Türkiye’deki seçmenin gözünü boyamak, sanki oralara girip ele geçirecekmişiz gibi afra tafra yapmak.

*  *  *

Bir ülke ordusunun yurt dışında operasyon düzenlemesi önemli olaydır.
Ancak, başarıya ulaşması için arkasında toplumun, milletin desteği ve coşkusu olması gerekir.
Kıbrıs örneğini işte bu nedenle vermiştim.
Bir de günümüze bakın!.. Suriye ve Irak konuları acaba kaç kişinin ilgi alanına giriyor, kaç kişi heyecan ve coşku duyuyor!..
Toplum, sayelerinde değişti. Ulusal çıkarlarımız falan artık yok.
İnsanlar şimdi sadece ve sadece kendi günlük çıkarlarının peşinde.
Bırakın heyecan duymayı, olanlar hiç kimseyi ırgalamıyor.
Yandaş medyanın bütün gücüyle verdiği gaz bile işe yaramıyor.

*  *  *

Sadece Suriye ve Irak olayları değil...
Büyük kentlerimizde ve Güneydoğu’da terör devam ediyor ve her gün nice şehitler veriyoruz.
Her şey cenaze törenleriyle bitiyor. Ötesi hiç kimsenin umurunda bile değil.
Toplum coşkusunu ve heyecanını yitirmiş, olayları sadece izlemekle yetiniyor. Bazıları izleme zahmetine bile katlanmıyor!
Kıbrıs çıkarmasında yaşanan ulusal coşkuyu, bir de günümüzdeki duyarsızlığı düşünüyorum...
Bizi bu duruma getirenler nutuk atacağına biraz da utanmayı öğrenmeli, Suriye ve Irak’a girmeyi daha sonra düşünmeli diyorum!

Aytunç Erkin’in kitabı


Fetullah Gülen hakkında bugüne kadar nice yazılar yazdım. Hiçbirinde hakaret vesaire yoktu ama beni durup dururken sık sık mahkemeye verdi. O zaman burnundan kıl aldırmazdı. Hem ceza, hem de tazminat davaları açtı.
Hepsinden aklandım.
Bu hoca efendiye ömrüm boyunca ısınamadım ama günümüzde durum epeyce değişti!
“FETÖ”cü olmakla suçlanan, bu gerekçeyle mağdur edilen ve haksızlığa uğratılan on binlerce suçsuz ve masum insanın başına gelenleri kamuoyuna duyurmak da (kaderin cilvesi diyelim) şimdi bana düştü!

*  *  *

Nurettin Veren kamuoyunda “Fetullah’ın kara kutusu” olarak bilinirdi ve 2004 yılında ilk kez bana konuşmuştu.
Gazeteci arkadaşım, SÖZCÜ editörlerinden Aytunç Erkin’in yazmış olduğu çok ilginç bir kitap elimde:
“FETÖ’nün Şifreleri. Başmuavini Nurettin Veren Anlatıyor.” (Kaynak Yayınları.)
Veren, cemaatten yıllar önce koptu ama çok şey biliyordu... Çünkü işin en başından beri Fetullah olayının içinde yaşamış, cemaatin palazlanmasına tanıklık etmiş, hatta bu konuda çok önemli görevler üstlenmişti.
Bildiklerini ve yaşadıklarını Aytunç’a anlatınca, ortaya (hem de belgelerle) bu ilginç kitap çıkmış.
Türkiye’nin bir numaralı gündemini oluşturan Fetullah olayının içyüzünü bu kitaptan öğrenecek ve yeniden yaşayacaksınız!
Aytunç Erkin iyi bir gazetecilik yapmış, kutluyorum.