Sevgili okuyucularım, birkaç gün önceki yazımda değinmiştim... Önümüz 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı.
O gün bütün Türkiye bayraklarımızla donanacak.
Caddeler, evler, apartmanlar, iş yerleri, özel kuruluşlar, kamu kurumları, aklınıza gelen her yer...
Kapsam dışında ne yazık ki sadece camilerimiz kalacak!
İktidarın arka bahçesi konumunda olan, iç siyasetin içerisine balıklama dalmış bulunan Diyanet bu konuda resmi bir izin vermiyor...
Gerekçe ise çok ilginç!
“Camiler İslam dinine ait ibadethanelerdir. İbadethanelere bayrak asılması geleneklerimizde yoktur. Böyle bir uygulamanın kamuoyunda çeşitli yorumlara sebep olabileceği düşünülmektedir.
Kaldı ki ilgili kanun ve tüzükte camilere bayrak asılacağına dair bir hüküm de bulunmamaktadır.”
Bu yazılı yanıt bana yıllar önce Diyanet tarafından imzalı mühürlü olarak gönderilmişti.
Şunu demeye getiriyorlardı:
Bu camilere Arap, Afrikalı, Orta Asyalı da geliyor!.. Türk bayrağı görmek istemezler.
Acaba bizim vergilerimizle ayakta duran ve devlet bütçesinden aslan payını alan Diyanet bu zırva görüşünü değiştirdi mi!..
Hiç sanmıyorum.

* * *

Ancak bu konuda bir tesellim var. Sizlerden gelen bazı iletilerde, mihraplarında, minarelerinde ve kapılarında Türk bayrağı asılı olan bazı camiler görüyorum.
Bundan yaklaşık üç hafta önce Bursa’da büyük bir caminin kapısında asılı olan bayrağımızı görmüştüm.
Çekirge’de Murat Hüdavendigar Camisi...
Kapının önünde tanıştığım bir cami görevlisine sordum:
“Diyanet’ten izin aldınız mı?”
Almamışlar... “İsterlerse gelip indirirler” dedi.

* * *

Önümüzdeki günlerde herkes çevresindeki camilerden izleyebilir. Ülkemizde yaklaşık 85 bin cami var ve bugünkü çarpık zihniyet değişmediği sürece çoğuna bayrağımız yine asılmayacak.
Neden?..
Çünkü Diyanet’i yöneten efendiler istemiyor!
Gerekçeye bakar mısınız!
O camilerin Türk Milleti’ne ait olduğunun bilincinde bile değiller.

* * *

Çevrelerinde olup biteni görmezden gelen efendilerdir bunlar...
İbadethanelerimize, minarelere dolar karşılığı kiralarla baz istasyonları kurulmasına göz yumarlar...
Camilerin alt katlarına dükkan yaptırıp marketlere, eczanelere, mobilyacılara, bakkallara kiraya verirler...
Kira paralarını alan Diyanet!..
Bu utanç verici örneklere bir yenisi daha birkaç gün önce eklendi. Bizim gazetede fotoğraflarını görmüşsünüzdür.
Birileri Ankara’da, beş katlı bir apartmanın en üst katında kubbeli, minareli bir cami yapmış!..
Yahu ayıptır, kutsal yerlerimizle bu kadar oyun oynanmaz.

* * *

Bir devlet dairesi, bir kamu kurumu düşünün ki, kendisine bağlı olan camilere Cumhuriyet Bayramı öncesinde bile bayrağımızın asılmasına izin vermez.
Kamuoyuna iki satırlık açıklama yapıp “Camilerimize bayrak asılmasına karar verdik” diyemez.
Bu efendiler şunu iyi bilsin:
Bayrağımızın utanılacak bir yanı yoktur.
Bakalım önümüzdeki günlerde ne diyecekler, ne yapacaklar. Hep birlikte göreceğiz.

Gariban öğretmenin mektubu


Elime birkaç gün önce geçen öğretmen mektubunu, kimliğini gizleyerek ve hiçbir yorum yapmadan sizlere iletiyorum:
“Değerli abicim, 15 Temmuz darbe olayı mağduru bir öğretmen olarak size yazıyorum. İsmimin sizde kalacağına inanıyorum.
Anadolu’nun küçük bir kasabasında öğretmenlik yaparken darbeci olduğum gerekçesiyle tutuklandım.
Adına ByLock denilen ve telefonlara yüklendiğini yeni öğrendiğim programı bilmem. Zaten telefonum poliste. Eğer öyle bir durum varsa elbette ortaya çıkar ve ben suçumu (!) kabul etmek zorunda kalırım.
Bank Asya’da ömrüm boyunca bir kuruşluk hesabım olmadı. Şu anda sadece bir devlet bankasında 330 liralık hesabım vardı, ona da el koydular. Şimdi beş parasızım.
Ömrüm boyunca cemaatin okullarına, dershanelerine, hastanelerine, bankalarına, evlerine adım atmış ve içlerinden birini olsun tanımış değilim.
Sizi temin ederim ki bu darbeyi ben yapmadım ve yaptırmadım!.. Sıradan bir öğretmenim. Tabancam bile yok. Hangi çevremle, hangi gücümle darbeye karışabilirim?

* * *

Poliste ve savcılıkta sordular: Sen anayasal düzene karşı çıkıp hükümeti devirmeye teşebbüs etmişsin ve darbeye karışmışsın! ‘Ben anayasal düzeni yıkmak için ne yapabilirim ki, insaf edin. Benden darbeci olur mu’ dedim. Onlar da güldü.
Neyle suçlandığımı sordum, söylemediler. Hakkımda imzasız ihbar mektubu varmış bu herif cemaatçi olabilir diye. İfadelerim çok kısa sürdü.
Polis savcıya gönderdi, savcı bey de delil olmadığını söyledi. Ancak ‘Şimdi ben tutuklama istemek zorundayım, kararı mahkeme verir’ deyince kafama saksı düşmüş gibi oldum.
Mahkemeye çıktık, hakim bey tutuklama kararı verdi. Delil var mı, yok... O kadar şaşırmıştım ki hakim beye ‘Aman abi sen ne yaptın, bende darbe yapıp hükümeti devirecek kabiliyet ne arar’ demişim. Baronun gönderdiği avukat dahil hep beraber gülüşmek zorunda kaldık. Hakim bey ‘Sen bu karara itiraz edersin, bırakırlar’ dedi.
Emin abi şimdi sen bana söyle, derdimi kime anlatayım. İki ayı geçti, sıradan bir öğretmen olarak cezaevindeyim. Suçumu söylemiyorlar, her şey gizliymiş. Ailem de mahvoldu...”
Mektup bazen güldürerek, bazen düşündürerek devam edip gidiyor...