Sevgili okuyucularım bizim meslek böyledir! Gün gelir yazacak konu bulmakta zorlanırız, gün gelir yaşanan bir olayın hangi boyutlarını yazacağımızı şaşırırız.
Kendi adıma konuşayım, şimdi ikinci şıkkı yaşıyorum! İşin yüzlerce boyutu var, hangisini ele alıp yazmalı!..
Önce gazetelere verilen paralı ilanlara bakalım. Darbe girişimi bastırıldı ya, önüne gelen cumhurbaşkanı, başbakan, hükümet ve ilgili kurumlara teşekkür ediyor, “Vatanı siz kurtardınız, Allah razı olsun” diye ilanlar veriyor.
Hiç kuşkunuz olmasın, darbe başarılı olsaydı aynı kişi ve kurumların ilanları bu kez 180 derece farklı biçimde verilecekti:
“Vatanı milleti bu iktidarın yolsuzluklarından, anayasayı çiğnemesinden, adaleti ve hukuku yok saymasından, yargıyı siyasete alet etmesinden ve ülkemizi babalarının çiftliği gibi yönetmesinden kurtaran şanlı ordumuza ve ilgili kurumlara teşekkürlerimizi arz etmeyi görev biliriz!”
Pazar günkü yazımda da vurgulamıştım, “Biz güce taparız” demiştim.
Gazetelerde dün çıkmaya başlayan ve bundan sonra da devamı gelecek olan tam sayfa ilanlar işte bunu kanıtlıyor!

*  *  *

Bir darbe girişimi oldu. Kimin emrinde olduğu şu an itibarıyla bilinmeyen darbeciler baştan sona yanlış iş yaptı ve işin bedelini yargı önünde ödeyecekler.
Ancak sorunun çözümü kitleleri sokağa dökmek, bu işi devlette tasfiye ve particilik yapmak amacıyla kullanmak değildir.
Bu çok tehlikeli bir iştir, toplumu birbirine düşürür. Üstelik gün gelir, kan dökülmesine neden olur.
Kitleleri meydanlara dökme olaylarına Mısır, Ukrayna, Tunus gibi bazı ülkelerde tanık olduk. Hepsinde kardeş kavgaları çıktı, binlerce insan can verdi.
Şimdi açıklama yapıyorlar “Duruma tamamen hakimiz. Olaylar yatıştı, sorumlular yargıya sevk edildi” diyorlar.
Öbür yanda ise Cumhurbaşkanı-Başbakan ikilisi sürekli çağrıda bulunuyor:
“Meydanlara devam, meydanları boş bırakmayın!..”

*  *  *

Gezi olaylarında sokağa dökülen kitleleri düşman gördüler ve “Çapulcu” dediler!
Oysa onlardan biri bile çapulculuk yapmamıştı.
Yağma, vurup kırma, cana ve mala saldırı olmamıştı.
O günlerde sokağa dökülenlere en ağır sözlerle saldıran iktidar, şimdi yandaşlarını meydanlara dökmek, bu yolla gövde gösterisi yapmak ve kendinden yana olmayanlara gözdağı vermek için çaba harcıyor.
Devletin sağlaması gereken huzur ortamı yandaş kitlelere ihale ediliyor.
Bu çok tehlikeli bir iştir.
Ben onların yerinde olsam, eğer bu olayı bile kendi siyasi çıkarlarım doğrultusunda kullanmak gibi bir
amacım yoksa, en kısa zamanda şu çağrıda bulunurum: “Devletimiz duruma hakimdir. Meydanları terk edin.”

*  *  *

Cemaat!.. Varsa yoksa cemaat!
Devletin her kurumunda, özellikle TSK, polis ve yargıda inanılmaz boyutta tasfiyeler yapılıyor.
Hepsine yapılan suçlama aynı:
“Bunlar cemaatçi ve darbeci. Hepsini görevden alıyoruz!”
Sevgili okuyucularım, burada belki yüz tane yazı yazıp şu konuya açıklık getirmeye çalıştım.
Belki size de o yazıları okurken bıkkınlık gelmiş, “Yeter artık be kardeşim” demek zorunda kalmışsınızdır.
Adına cemaat denilen güruh uzun yıllar boyunca AKP iktidarının devleti ele geçirme sürecinde kendi adına kullandığı tetikçi ve taşeronlar topluluğudur.
Cemaat hep bu iktidardan beslenmiş, ne yaptıysa AKP hükümetleri adına yapmıştır.
Fethullah bu tiyatronun bir figüranıdır.
Aralarında kavga patladığı zaman cemaate ağlamaklı sesiyle “Bizden ne istediniz de vermedik” diyen kimdi!
Cemaatin en ünlü savcısı Zekeriya Öz’ün emrine kendi makam aracı Mercedes’i tahsis eden kimdi!
ABD’ye gidip Fethullah’ın ellerini öpen, emirlerini soran bakanlar, milletvekilleri kimlerdi! Abdullah Gül-Bülent Arınç ikilisine sormalı, belki bilirler!
Daha sorulacak yüzlerce soru var...

*  *  *

Türk ordusunu, ama özellikle de polis ve yargıyı cemaate teslim eden işte bu iktidardır.
Yargının ve polisin ele geçirilmesini ellerini ovuşturarak izlediler...
Çünkü cemaat onların vekili olarak görev yapıyordu.
Gün geldi boynuz kulağı geçti ve bu günlere gelmeyi darbe girişimlerine tanık olmaya başladık.
Şimdi devletin her kademesinde tasfiyeler yapılıyor.
Hiç kuşkum yok, tasfiyeye tabi tutulanların büyük bölümü cemaatçi falan değil, AKP’den yana olmadığı bilinen kimseler.
(Bunları söylerken son darbe girişimini tezgahlayanları kastetmiyorum. O ayrı bir olaydır.)
Hepsinin de cemaatçi olduğunu varsayalım.
Peki kardeşim onları askeriye ve yargı dahil o makamlara kim seçti, seçtirdi veya atadı?
Sen değil misin?

*  *  *

Göz göre göre nasıl yaptın, yapılmasına nasıl göz yumdun?
Şimdi açığa alıp polise teslim ettiğin valileri, Anayasa Mahkemesi, HSYK, Yargıtay ve Danıştay üyeleri ile yüzlerce hakim ve savcıyı o makamlara seçtiren ben miydim!
Hayır, baştan sona sendin ey iktidar!...
Önce bunu yaptın, yargıyı siyasetin emrine, kendi emrine soktun ve senin adamların eliyle tezgahlanan Ergenekon, Balyoz gibi düzmece davaları zevkten dört köşe izledin...
Ve senin başbakanın Ergenekon kumpası için “Ben o davanın savcısıyım” diyebildi.

*  *  *

Bu anlamsız, tutarsız ve gereksiz darbe girişimi sadece ve sadece AKP’nin işine yaradı.
Kamuda tasfiye süreci işte bu olaya dayanarak gerçekleştiriliyor.
Hiç kuşkum yok, şimdi görevden alınan binlerce kişi arasında cemaatçiler azınlıkta, cemaatçi olmayanlar çoğunlukta.
İntikam duyguları devrede...
Bu konuda yazacak daha çoook şeyler var.