Artvin rezaleti:
Sevgili okuyucularım, Artvin Türkiye’nin huzurlu, sakin ve olaysız bölgelerinin en başlarında yer alıyor(du). Bu iktidar maşallah bunu da bozmayı başardı. Artvin’in yeşil doğasını ve yaylalarını Mehmet Cengiz isimli yandaş işadamına peşkeş çekti. Hani şu milletin a’sına koyacağını söyleyen ünlü işadamı var ya, işte ona...
Artvin halkı tepki gösterdi.
Tepkiler artınca devreye her zaman olduğu gibi polis ve asker sokuldu.
Güvenlik güçleri masum insanları gazladılar, kovaladılar ama ortalık yatışmadı.
Mehmet Cengiz o bölgede bakır ve altın madeni kurmak için binlerce ağacı kesecek, o güzelim doğayı mahvedecek.
Doğa bitecek, paralar yine yandaşın cebine hortumlanacak.
Artvin’e giriş çıkışlar yasaklandı, çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek herkes polis gazı yiyor!.
Türkiye’nin en huzurlu ve sakin bölgesi, bir işadamının kazancı ve doğanın mahvedilmesi karşılığında yandaşa teslim ediliyor.

*  *  *

Kilis olayı:
Suriye ile 98 kilometre sınırı olan Kilis’te son yıllarda yaşananlar, Türkiye’nin Suriye politikasının yüz kızartıcı sonuçlarından biri.
Belediye Başkanı açıkladı, Kilis’in nüfusu 90 bin imiş. Olaylar başladıktan sonra Kilis’e Suriye’den 150 bin sığınmacı gelip yerleşmiş. Yanında para getirenler kentte işyerleri açmış, ticarete atılmış. Bakkal, fırın, lokanta, market, manav...
90 bin kişinin yaşadığı Kilis’in nüfusu Suriyeliler gelince 240 bine yükselmiş ama asayiş olaylarında artış görülmemiş. Bir 150 bin daha getirebiliriz! Üstelik 30 bin Arap çocuğu için kurslar ve okullar açılmış, belediye Suriyeli kadınları her ay 250 lira maaşa bağlamış.
Bu değirmenin suyu acaba nereden geliyor!..

*  *  *

Ancak Başkan Bey’e göre bu göçün bazı sakıncaları da olmuş. Konut ve işyeri fiyatları ile kiralar acayip bir biçimde zıplamış.
İşyerlerine asılan tabelaların çoğu artık Arapça yazılı!
Bu vesile ile dil devriminin de ruhuna Fatiha okunmuş. Tam da hükümetin arayıp bulamadığı fırsat.
Anlaşılan o ki, Kilis ve yakın illerde yaşayan hiç kimsenin aklına “Yahu arkadaş, Suriyeliler geldi ama bizim vatandaşımız işsiz kaldı” demek gelmiyor.
Gelse bile söylemekten korkuyor...
Zira Suriyeliler ucuza ve sigortasız çalışıyor.
İçlerinde bol miktarda ajan, casus, istihbaratçı, bombacı vesaire var ama kimin ne olduğunu bilen yok!
Aynı durum sınıra yakın bütün il ve ilçelerimizde geçerli.

*  *  *

Bu muhteşem (!) değişimi gösteren Kilis şimdi Nobel Barış Ödülü’ne aday olacakmış.
Başkan Bey bu amaçla kolları sıvamış!
İnsan bunları öğrenince “İyi ki dalmışız şu Suriye pisliğinin içine... Bu iş bize Nobel ödülü bile getirir” diye bağırası geliyor!

*  *  *

Üç gazeteci olayı:
Önce ekranlarda bir haber...
“PKK Nusaybin’de üç gazeteciyi kaçırdı. Üçü de Anadolu Ajansı muhabiri...”
15 dakika sonra yeni bir haber:
“PKK kaçırdığı üç gazeteciyi serbest bıraktı.”
Görünce düşünmeye başlıyorsun...
Allah Allah, kurtulduklarına şükür ama bu kadar kısa sürede nasıl bıraktılar...

*  *  *

Biraz araştırınca olayın perde arkası ortaya çıkıyor.
Üç muhabirin PKK tarafından kaçırıldığı doğru.
Ancak kaçırma olayı haberden iki gün önce gerçekleşiyor.
Bu durumda bir şey yapılması gerekiyordu. Hele gazetecilerin başına bir iş geldiği takdirde büyük skandal patlar, rezalet ortaya
çıkardı.
Yetkililer önce bir karar alıyor:
Olay gizli tutulacak!

*  *  *

Sonra en kısa zamanda, her gün tu kaka ilan edip sövdükleri HDP ile temas kuruluyor.
Olay bölgedeki HDP milletvekillerine iletiliyor ve onlardan ricacı olunuyor:
“Örgüte lütfen söyleyin, olayı onlar da gizli tutsun!”
Gerçekten de, gizli pazarlık sürüp giderken iki taraftan hiçbiri (devlet ve örgüt) açıklama yapmıyor.
Aradan iki gün geçince, örgütle görüşen HDP’lilerden mesaj
geliyor:
“Merak etmeyin, biraz sonra bırakılacaklar...”
Ve muhabirler bırakılıyor.
İşte o aşamada, muhabirler bırakılıp devlete teslim edildikten, yani iş garantiye alındıktan sonra açıklama yapılıyor:
“PKK üç muhabiri kaçırdı.”
Haberi ekran başında öğrenen milyonlarca insan “Eyvah” derken, 15 dakika sonra yeni bir haber medyaya servis ediliyor:
“Muhabirler serbest bırakıldı!”
Bir kaçırma olayının perde arkası böyle...

*  *  *

Silivri cezaevi cenneti!
Yandaş gazetelerden biri dün manşetini değişik bir konuya ayırmıştı:
“Gazetemiz Silivri cezaevine girdi. Can Dündar dubleks dairede kalıyor. Tecrit iddiası boş.”
Haberin fotoğrafları da var. Adalet Bakanlığı gazeteye izin verip cezaevine sokmuş, haber ayrıca fotoğraflarla süslenmiş.
Habere bakarsanız Silivri cezaevi adeta cennet!
Ballandıra ballandıra anlatılıyor! Can Dündar ve Erdem Gül’ün yatmakta olduğu standart koğuşun alt katında banyo, tuvalet, masa, plazma televizyon, üst katında ise yataklar ve elbise dolapları var. Koğuşun iki katında da geniş pencereler bulunuyor. Koğuşlar pırıl pırıl.
Mutfak bölümünde ise çok modern bir evye var.
Fotoğraflara bakıyorsunuz... Cezaevinin çok modern ve tertemiz bir mutfağı, fırını ve pastanesi var. Kütüphane muhteşem! Hastane de unutulmamış.
Bazı tutuklu ve hükümlüler sanat atölyesinde resim yapıyor, bazıları tiyatro salonunda ve kütüphanede zaman geçiriyor.
Ayrıca bilgisayar odası, hobi odaları ve spor salonları emre amade.
Spor yapmak isteyenler futbol, basketbol, voleybol, tenis ve masa tenisi oynayabiliyor.

*  *  *

Yandaş gazete Silivri cezaevini cennet olarak gösteriyor.
Okuyan imrenir, kapağı bir an önce oraya atmayı düşünür!
Her şey var, her şey dört dörtlük, sadece özgürlük yok!
Yandaş gazete övgü dozunu çok yüksek tuttuğunu anlamış olmalı ki, işin sonunu şöyle bağlıyor:
“Yine de Allah kimseyi cezaevine düşürmesin!”

*  *  *

Dünkü Türkiye gündeminden dört konuyu bugün sizlerle paylaşmak istedim.
Artvin, Kilis, kaçırılan muhabirler ve Silivri cezaevi.
Ülkemizin ne durumda olduğunu gösteren somut örnekler!