Sevgili okuyucularım, sayın büyüğümüz ve dünya liderimiz birkaç gün önce sarayında muhtarları yine toplayıp güzelce bir nutuk attı...
Ve Lozan Antlaşması’na değindi!
Türkiye’de ciddi tartışmalara neden olan sözleri aynen şöyleydi:
“Birileri bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştı. Her şey ortada. Şöyle bağırsan duyulacak olan adaları (Ege adalarını) biz Lozan’da verdik.
Zafer bu mu?..”

*  *  *

Lozan Antlaşması’nı milli mücadelede Garp cephesi komutanı olan İsmet Paşa (İnönü) imzalamıştı...
Ve ülkemizin yakın tarihini çok iyi bilen dünya liderimiz Recep Bey onu bu anlaşma ile topraklarımızı vermekle suçluyordu.
Oysa Türkiye, Lozan Antlaşması’yla bir karış toprak bile yitirmemişti...
Ege adalarının hiçbiri zaten bizim değildi.
Bizim olmayan adaların nesini vermiştik acaba?

*  *  *

Uzun müzakerelerden sonra Lozan Antlaşması’nın imza tarihi 24 temmuz 1923.
Elimde 1913 ve 1914 yılları arasında Osmanlı’nın Atina büyükelçisi olarak görev yapan Galip Kemali (Söylemezoğlu’nun) anılarından oluşan çok ilginç bir kitap var.
“Canlı Tarihler” (Beşinci cilt.)
Kitabı boşuna aramayın. Belki ancak sahaflarda bulursunuz çünkü basım tarihi 1946.
Osmanlı’nın büyükelçisi Galip Kemali Bey Atina’da yaşadığı bütün olayları, özellikle adalar tartışmalarını belgeleriyle anlatıyor.
İşte size kitabın 147. sayfasında yer alan 13 Şubat 1914 tarihli belge... Altı büyük ülkenin Atina büyükelçileri bir araya geliyor ve Yunan Dışişleri Bakanlığı’na, hükümetleri adına imzalı mühürlü bir nota veriyor. “Nazır efendi” (Bakan bey) diye başlayan belgeyi günümüz Türkçesi ile özetleyip aktarıyorum:
“Aşağıda imzaları bulunan Almanya, Avusturya Macaristan, Fransa, Büyük Britanya, İtalya ve Rusya sefirleri (büyükelçileri), kendi devletlerinin işbu açıklamasını tebliğ etmekle şeref duyar...
Yunan Hükümeti Ege Denizi’ndeki adaların geleceğini belirleme hakkını altı büyük devlete terk etmeyi taahhüt etmiştir.
Buna göre altı büyük devlet Bozcaada, Gökçeada ve Meis adaları Türkiye’ye iade şartıyla, bütün diğer Ege adalarının Yunanistan’a verilmesine karar vermişlerdir...”
(Meis hiçbir zaman bizim olmadı.)
Notanın son bölümünde Yunan Hükümeti’nin yerine getirmesi gereken koşullar sıralanıyor.
Adalarda yaşayan Müslüman ahalinin hakları korunacak, adalarla Anadolu sahilleri arasında kaçakçılık önlenecek ve adalar silahtan arınacak.

*  *  *

Burada açıkladığım belge acaba dünya liderimize yeter mi!..
Belgenin tarihi 1914 yılı.
Lozan Antlaşması ise 1923’te, dokuz yıl sonra imzalanıyor.
Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp.

*  *  *

Şimdi çok değerli büyüğümüz, her konuda sonsuz bilgi sahibi olan Recep Bey’e sormak gerekiyor:
“Zaten bizim olmayan adaları biz Lozan Antlaşması’yla nasıl vermişiz? Şunu açıklasanıza beyefendi!..”
Hiç kuşkunuz olmasın, bu soruya yanıt vermesi asla mümkün olmayacaktır.

*  *  *

O halde bu gerçek dışı sözleri durup dururken niçin söyledi?
Prompter isimli aygıttan okuduğu bu nutku yazan danışmanları mı cahildi?
Ya da amaçları sayın dünya liderimize madik atmak, bu akıl
ve bilgi dışı sözleri okutarak kendisini Türk ve dünya kamuoyu önünde zor durumda bırakmak mıydı?
Neyse işte!.. Burada sizlere ve Türk kamuoyuna işin belgesini sundum.
Umarım Recep Bey de bu yazıyı okuduktan sonra gerçekleri öğrenecek, bundan sonra hiçbir zaman “Adaları Lozan’da verdik” demeyecektir.
İnşallah öyle olur!

Boş kağıda imza atan futbol direktörümüz


Sevgili okuyucularım, dünya kupası eleme maçlarını oynuyoruz. İki maçta iki puan alabildik.
Durum her geçen gün kötüye gidiyor.
Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim panikte.
Ayda bir milyon net maaş, artı primlere karşın iki maçta sadece iki puan!
Söylendiğine göre şu anda dünyanın en pahalı hocası olmuş. Valla helal olsun.

*  *  *

Paçayı zor kurtardığı Ukrayna maçından sonra kendisine sormuşlar:
“Hocam sözleşmeniz feshedilirse federasyondan 7 milyon 600 bin Euro tazminat almanızı öngören madde varmış. Bu yüksek meblağı ödememek için sözleşmeniz feshedilmiyormuş. Doğru mu bu?”
Yanıt gerçekten muhteşem!
“Ben o sözleşmeyi hiç okumadan boş kağıda imza attım. Öyle bir madde olup olmadığını bilemiyorum ki!”

*  *  *

Futbol direktörümüz valla şanslı adammış yani!
Allah korusun, birileri ya o sözleşmeye “Fatih Bey maaş almayacak, tam tersine her ay federasyona bir milyon lira ödeyecektir. Ayrıca işbu sözleşmeyi kendisi veya federasyon feshederse, kendi cebinden 10 milyon Euro tazminat ödemekle yükümlü olacaktır” yazdırsaydı...
Ve hocamız da o sözleşmeyi, yani o boş kağıdı bakmadan (!) imzalamış olsaydı...
Aman hocam, burası Türkiye!.. Bundan sonra ne olursa olsun boş kağıtlara imza atma, adamın canını fena yakarlar!
İşin şakası bir yana, hiçbir somut başarı olmadığı halde ortalıkta uçuşan şu rakamlara bakar mısınız!
Olacak şey midir?

*  *  *

Buraya kısa bir not eklemek istiyorum. Almanya doğumlu ve o ülkede oynayan Emre Mor isimli genç futbolcu arkadaş, maçlar öncesinde İstiklal Marşımız okunurken (Afrikalı futbolcular gibi) sadece dinliyor...
Çünkü İstiklal Marşımızı bilmiyor.
Dedim ya, bilmemek ayıp değil ama öğrenmemek ayıp... Yahu birisi iş edinsin de, marşımızı şu çocuğa öğretsin.
Gerekirse Almanya’da veya kamplarda bir hoca tutulsun, parası Başbakanlık örtülü ödeneğinden verilsin! Akıllı çocuktur, birkaç saatlik ders sonunda hiç değilse mırıldanmayı öğrenir.
Fatih hocam sanırım bunu da mutlaka başaracak ve önümüzdeki İzlanda maçında İstiklal Marşımız çalınırken bu arkadaşın böyle Fransız kalmasını önleyecektir!
Bize de ekrandan gururla izlemek düşecektir!