Sevgili okuyucularım, günün birinde gazeteye bir savcılık tebligatı geldi. Altında şimdi emekli olan, hayatta olup olmadığını bilmediğim bir savcının imzası ve çağrısı vardı.
İfadeye gitmem için gün veriyordu.
Dosyayı adliyeden buldurduk.
Bir vatandaş beni şikayet etmişti:
“Emin Çölaşan şu tarihli yazısıyla Türk’lüğe, vatana millete ağır hakaretler etmiştir. Hakkında dava açılmasını talep ederim.”
Dilekçeyi okudum, yazımda o konulara değinen, Türk’lüğe, vatana millete hakaret eden bir tek kelime bile yok.
Fakat şikayet dilekçesinde muhbir vatandaşın ismi ve adresi var!
İstanbul’da İstiklal Caddesi falanca numarada falanca kişi.
Üşenmedim, o herifi bulmak için İstanbul’da oraya gittim. Verilen adreste büyük bir mağaza var.
Vakko mağazası!
Müdüre sordum, kayıtlara baktık, orada o isimde bir çalışan yok.

* * *

Savcıya ifade vermeye gittim…
Efendim birincisi, benim yazımda şikayet dilekçesinde yer alan hiçbir hususta bir cümle bile yok. İkincisi, vatandaşın verdiği adres düzmece. Oraya gittim, Vakko mağazası çıktı. Orada bu isimde biri yok. Üstelik dilekçedeki isim ve imza da sahte. Bu durumda ben şimdi size neyin ifadesini vereceğim ki?”
Savcı da şaşırmış göründü…
“Allah Allah!.. Siz şimdi bana bu söylediklerinizi savunmanızda belirtin, ben de takipsizlik kararı vereyim!..”
Pazarlık başlıyordu! Bu haksızlığa karşı tepem atmıştı:
“Sayın savcım çok iyi de, böyle saçma sapan bir ihbar alıyor ve beni ifadeye çağırıyorsunuz. Böylece yol dahil bir günüm adliyede geçmiş oluyor. Bunun bir çözümü olması gerekmez mi? Şikayet konusu yazımı okumuş olsaydınız o herifin zırvaladığını zaten görmüş olurdunuz.”
Badem bıyıklı savcı bozuldu:
“Emin Bey bizim işimizi bize öğretmeye kalkışmayın. Herhalde ne yapmamız gerektiğini sizden daha iyi biliriz…”

* * *

Başımdan geçen bu olayı bizim gazetenin o adliyeyi çok iyi bilen avukatlarına anlattığım zaman durum aydınlandı!..
“Ooo, sen tam da adamına denk gelmişsin. O savcı adliyedeki Fethullahçılardan biridir. Sana da gıcıktır. O düzmece ihbar mektubunu kendisi yazdırmış bile olabilir. Neyse, inşallah dava açıp bir de o yönden uğraştırmaz.”
Bir süre sonra öğrendik. Dava açmamış, takipsizlik kararı vermiş.

* * *

Dün gazetelerde ve internet sitelerinde yer alan bir haber vardı. Cumhuriyet Savcılığı, Fethullah’ın müritlerine dikte ettirdiği bazı kayıtları ele geçirmiş.
Onun şu sözleri Ankara’da düzenlenen ana iddianamede yer almış:
“Emin Çölaşan ve İlhan Selçuk kâfirdir, Fatih Altaylı münafıktır… Abdi İpekçi’nin öldürülmesi yerinde bir harekettir. İpekçi beynelmilel Siyonistlerden
olup İslam ve Türklük adına büyük cinayetler işlemiş bir kimsedir…”

* * *

Cemaatin Zaman Gazetesi’ni her gün okurdum. Bayi satışı sadece 17 bin olan bu gazete satışını, 900 bin’den fazla gösterir, bu yolla devletten resmi ilan parası tırtıklardı. Aradaki farkı sorduğunuzda “Abone satışları” deyip vurgunu örtbas etmeye çalışırdı.
Bu sahtekarlığı birkaç kez yazdım ve dedim ki “Bunlar her gün 900 bin dolaylarında gazeteyi nasıl beleş dağıtıyorlar, buna Suudi Kralının parası bile yetmez…”
Ve Fethullah’ın Zaman Gazetesi beni hemen mahkemeye verip 20 bin lira tazminat istedi. Gerekçe özetle şöyle:
“Emin Çölaşan yalan yazmakta, gazetemizin saygınlığı ile oynamakta, ilan gelirlerimizin azalması için mücadele vermektedir.”
Mahkemeden bir isteğimiz oldu:
“Yazdıklarımın doğru olup olmadığını anlamak için bir tek yol vardır. O da gazetelerin bütün Türkiye’de dağıtımını yapan YAYSAT isimli dağıtım şirketine durumu sormaktır.” Mahkeme üç kişiden oluşan bir bilirkişi heyeti oluşturdu. Bu heyet rakamları inceleyecek ve sonucu mahkemeye bildirecek.
Jurnalcilik olmasın diye isimlerini vermiyorum…
Biri Profesör Dr. unvanlı bir kadın. Diğer ikisi yeminli mali müşavir.
Bunlar konuyu araştırmışlar ama nerede!..
YAYSAT’a sormamışlar da Zaman Gazetesi’nin muhasebe servisinde araştırmışlar. Mahkemeye rapor geldi:
“Muhasebe servisindeki kayıtlar tetkik edildiğinde, Çölaşan’ın sözünü ettiği rakamların gerçek olmadığı, aradaki farkın abone satışlarından oluştuğu görülmüştür!..”
Peki kimmiş o yüz binlerce abone, isimleri neymiş?
Abone isimleri ticari sır kapsamına girdiği için gizli tutuluyormuş!

* * *

Vurgun çok büyüktü. 17 bin satan gazete 900 küsur bin satış gösterip devletten para tırtıklıyordu…
Ve işin ilginç yanı, o zaman dost oldukları için AKP hükümetleri, yani devletin Basın İlan Kurumu bu büyük sahtekarlığı görmezden geliyordu!
(Burada bir parantez açayım. Aynı vurgun günümüzde de devam ediyor. Sözcü dışında neredeyse bütün gazeteler aynı oyunu oynuyor, beleş dağıtım yapıp satış rakamlarını yüksek gösteriyor. Ancak çoğu yandaş olduğundan, devlet bunları yine görmezden geliyor. Parantezi kapıyorum.)

* * *

Dava sürerken bilirkişileri araştırdık. Ne yazık ki üçü de Fethullahçı idi. Tahmin ediyorum bunları görevlendiren hakim de öyleydi.
Raporlarını da bu doğrultuda verdiler…
Ve Zaman Gazetesi’ne beş bin lira tazminat ödemeye mahkûm edildik! İnanılır gibi değildi.
Demek ki ben yalan yazıyordum!
Yargıtay’a başvurduk. Dosya incelendi ve esastan bozuldu.

* * *

Sevgili okuyucularım, bunları niye yazıyorum?!..
Şimdi düşene vurmak kolay ve her kafadan bir ses çıkıyor. Geçmişte Fethullah ve cemaatin en büyük yandaşı olup yaptıklarını görmezden gelen ve hatta övgüler düzenler, şimdi işin kolayını buldu. Doğru veya yalan demeden vurdukça vuruyorlar.
Biz ise en güçlü olduğu dönemlerde bunlarla kıran kırana mücadele veriyor, yazıyor ve çoğu zaman mahkemelik oluyorduk.
Fethullah boşuna dememiş “Emin Çölaşan kâfirdir” diye.
Günümüzün iktidar yalakaları o zaman sessizdi. Sessiz olmak bir yana, taşeron ve tetikçi olarak kullandıkları cemaate her yolla destek verirlerdi.
Şimdi aslan kesildiler, veryansın ediyorlar.
İnsanoğlunun gerektiğinde ne kadar dönek, korkak ve kalleş olabildiğini şimdi bir kez daha izlemekteyiz.