Sevgili okurlarım, hükümet 2009 yılında Hürriyet gazetesi başta olmak üzere Doğan Grubu’na acayip mali baskınlar düzenledi ve akla hayale gelmeyecek vergi cezaları kestirdi. Hükümet tarafından gönderilen vergi elemanları gaddarca davrandılar.
Kesilen para cezalarının miktarı bir rekordu ve benzeri Türkiye’de görülmemişti.
Doğan Grubu cezaların iptali için yargıya başvurdu. Danıştay bunların bir bölümünü iptal etti ama yine de çok büyük cezaların bir bölümü ödendi. Başka bir kuruluş olsa kesinlikle batardı.

* * *

O günleri çok net anımsıyorum. Dünya liderimiz Recep Tayyip Erdoğan Hürriyet gazetesine ve patronu Aydın Doğan’a son derece kızgındı.
Gazetenin ve Aydın Doğan’ın iktidarı yıkmak istediğini iddia ediyordu! Oysa hiç ilgisi yoktu.
Hürriyet bugün olduğu gibi o yıllarda da durumu suya sabuna dokunmadan idare eden “Ürkek” bir gazete idi.

* * *

Dün Hürriyet’te Ertuğrul Özkök’ün yazısını okudum. O büyük cezaları kesen ve kestiren yönetici ve denetim elemanlarının isimlerini tek tek veriyor ve ilginç açıklamalar yapıyordu.
Birincisi, bunların tamamı Fetullahçı...
İkincisi, şimdi açığa çıkan bu FETÖ’cülerin bazıları kamu görevinden ihraç edilmiş, bazıları gözaltına alınmış, bir bölümü ise firarda imiş.

* * *

Türkiye bir süredir bir yanlışın peşinde koşturup duruyor.
Yapılan her olumsuzluk (Darbe girişimini kastetmiyorum) FETÖ’ye ihale ediliyor.
Peki kardeşim, bu cemaat ekibini kim, hangi siyasi güç böylesine büyütüp devlete soktu? Bunlara kim göz yumdu?
Sorulması gereken esas sorular bunlardır.
O günlerde Doğan Grubu’na böylesine gaddar vergi cezalarını kesen ve kestirenler elbette FETÖ’cü olabilir. İyi de arkalarındaki siyasi güç kimdi? Bu herifler o para cezalarını kendiliğinden mi kesmişti, yoksa arkalarında onlara “Aydın Doğan’ı mahvedin” diye emir veren bir siyasi irade mi vardı?
Elbette vardı.

* * *

Gel gelelim Doğan Grubu uğradığı bu haksızlığı açıklıyor, cemaat ekibinin isimlerini veriyor da, işin çok önemli olan bu püf noktasına, yani perdenin arkasındaki siyasi iradeye hiç değinemiyor!
Başka bir deyişle, “Ürkekliğini” sürdürüyor.
İşin bir türlü yazamadıkları gerçeği şudur:
“Evet, bu tezgahı kuran ve kurduranlar Fetullah’ın devlete soktuğu adamları idi. Ama bu pisliği kendiliğinden yapmadılar. Arkalarında siyasi irade vardı, oradan emir aldılar.
İtiraz edecek var mı!

Hulusi Bey bu konulara hiç girmiyor!


Dünkü yazımda, geçmişte Sahra Sıhhiye Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanı olarak görev yapan emekli tümgeneral Doğu Silahçıoğlu’dan aldığım mektuba yer vermiştim. Çok ilginç hususlara değiniyor, ordumuzun bu işten zararlı çıkacağını savunuyor GATA ve askeri hastanelerin hükümet tarafından kapatılmış olması konusunda şöyle diyordu:
“Sıhhiye, orduların piyade, topçu, tankçı, muhabere gibi olmazsa olmaz temel sınıfıdır. Bu hizmetin altyapısı bugün paramparça edilmiştir. Yılların deneyimi çöpe atılmış, TSK’nın gelenekleri hiçe sayılmış, kurumsal hafıza yok edilmiş, sıhhiye sınıfı ana unsurlarından arındırılmıştır...”
Genelkurmay Başkanı Hulusi Bey bu konularda nedense hiç konuşmuyor, ağzını bile açamıyor,
bu yapılanların savunmasını yapamıyor.
Belki de o kararlar alınırken haberi olmamıştı!
Okurum Hasan Başoğlu dün bana yazmış, Hulusi Bey’e de bazı sorular sormuş.
Mektubunu sizlere aynen iletiyorum: (İsminin yayınlanması konusunda izin verdi.)

* * *

“Sayın Çölaşan, bugünkü (7 Aralık 2016) askeri sıhhiye sistemi ile ilgili köşe yazınızı okudum. Doğu Silahçıoğlu Paşa’nın mektubunda “...akıl, vicdan ve izan sahibi olanların bir kez daha uyarılmasını...” dileyen ve “uzuvları koparılmış” bir sınıf noktasına getirildiğini belirttiği sıhhiye sınıfı için benim de birkaç sorum var.
Sorularım görevdeki Genelkurmay Başkanı’na.
Onlarca yıl bu kurumda çalışıp en üst noktaya gelebildiğine göre kurumdaki her birimin çalışma sistemini, savaşmayı, idare ve koordineyi, kısacası en küçük noktasına kadar her şeyi biliyor olması gereken bu kişi, askeri sıhhiye sistemi konusunda ne yapmıştır? Bu sistem hakkında ne düşünmektedir?..
Ve bu sistem hakkındaki bilgisi nedir?
Kendisi hiç mi bu sağlık tesislerine gidip tedavi olmamıştır? Sağlığın, hele hele bir asker için sağlığın ne kadar önemli olduğunu kendisi hiç mi bilmiyor?
Genelkurmay Başkanı’na söylemek isterim ki, askerlik miting meydanlarında boy gösterme yeri değildir. (AKP’nin Yenikapı mitingini kastediyor olsa gerek. EÇ)
Vatan topraklarımız elden giderken (Ege adalarımızdan bahsediyorum) kokteyl kokteyl dolaşan, miting meydanlarında demeçler veren bir askerden ne beklenir? Bu soruyu da kendime soruyorum.
Vatanı kim savunacak? Vatanı savunmak için organizasyonu kim yapacak ve idare edecek? Görevde olan on binlerce ordu mensubu bu duruma ne demektedir?
Eksi 30 derecelerde arazide pusu kurarak, terörist takip ederek, onlarla sıcak temasa geçerek 2000’li yılların başında PKK terörü bitirilme noktasına getirilmiştir. Bunlar beden ve akıl sağlığı yerinde kadrolarla başarılmıştır.
Bu sayededir ki TSK, dünyada terörizme karşı savaş kazanmış tek ordu unvanını almıştır. Beden ve akıl sağlığı yerinde subay ve astsubaylarımızla Kardak kayalıkları üzerinde oynanan çirkin oyunu durdurmuş ve kararlılığımızı, vatanın bölünmezliğini göstermiştik. Beden ve akıl sağlığı yerinde bir ordu ile 1974 yılında Kıbrıs’ta vatandaşlarımıza karşı yıllarca yapılan zulmü sonlandırmış ve oradaki Türklerin özgürlüğe kavuşmasını sağlamıştık.
Sayın Silahçıoğlu’nun mektubunda belirttiği gibi bu kahraman Mehmetçikler ölüme giderken yanlarında sıhhiyeci asker, birliğinde tabip, geride de askeri hastane olduğunu biliyorlardı.
Bu özgüven ve sahiplenme nedeniyle önce vatan diyerek ölüme koşa koşa, seve seve gidebiliyorlardı.
AKP işte bunu ortadan kaldırmıştır.
Bu işlerin mevcut kadro ile yapılamadığı şimdi açıkça görülmektedir.
Hani derler ya balık baştan kokar diye...
Ülke yönetilmiyor ki ordu yönetilsin!
Saygılarımla.”