Sevgili okuyucularım, Cumhuriyet tarihi boyunca çeşitli zamanlarda on binlerce şehit vermiş bir ülkeyiz.
1950-1951 yıllarında Kore şehitleri...
Toplam üç bin dolaylarında vatan evladını o saçma sapan ve gereksiz savaşta yitirmişiz.
1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatı şehitleri...
Resmi rakam var. Bu harekatta subay, astsubay ve er olarak 498 canımızı yitirdik.
Aradan yıllar geçti, hepsi unutuldu gitti.

* * *

Sonra geldi PKK olayı.
PKK terörü Ağustos 1984’te başladı ve halen devam ediyor. Bu olayda bugüne kadar verdiğimiz şehit sayısı yaklaşık yedi bin kişi.
Demek ki 32 yıldan bu yana PKK ile boğuşuyoruz ama sonuç alınamadı.
Bu mücadelenin kesin şehit sayısı da bilinmiyor. Resmi rakamları mutlaka vardır ama kamuoyuna resmen açıklanmıyor.
PKK teröründe şehitler arasına askerler dışında ilk kez iki ayrı kesim katıldı:
Polisler ve korucular.

* * *

15 Temmuz olayı sonrasında şehitler kervanında yeni bir kavram görüyoruz.
“15 Temmuz demokrasi şehitleri.”
Bu kesim asker, polis ve sivillerden oluşuyor. Çoğu o gece öldü.
Sayı 200’den fazla.

* * *

Şimdi şu olanlara bir bakınız!..
Kore şehitleri çoktan unutuldu gitti.
Kıbrıs Barış Harekatı şehitleri de öyle.
PKK karşısında hemen her gün yeni canlar yitirdiğimiz halde onları da unuttuk gitti.
Güneydoğu konusunda iş o kadar kanıksandı ki, her gün gelen yeni şehit haberlerinin gündemde hemen hiçbir önemi ve ağırlığı kalmadı.
Hele o gün iki veya üç kişi öldüyse, gazetelere ancak tek sütunluk haber olarak iç sayfalarda giriyor!
O şehitlerimizin çoğu gariban, fakir fukara aile çocukları.
Terör bölgelerinde görev yapıyorken can verdiler.
Onların adına bugüne kadar herhangi bir anıt yapılmadı.
Üniversitelere, hatta birkaç istisna dışında okullara falan isimleri verilmedi.

* * *

Ancak 15 Temmuz gecesi sonrasında şehitlere verilmesi gereken değerler kavramı da iktidar tarafından değiştirildi.
“Onlar bizim şehidimiz” anlayışı öne çıktı.
Hatta diğerleri unutuldu, şehitler arasında bir astsubayın ismi öne çıkarıldı.
Örneğin Niğde Üniversitesi’ne o astsubayın ismi verildi.
Allah rahmet eylesin ama ne alaka?..

* * *

Hükümet şimdi Ankara ve İstanbul’a şehitler anıtları yapmayı planlıyor.
15 Temmuz demokrasi şehitleri.
Peki biz PKK dahil bütün şehitlerimizi unuttuk mu?
O gencecik, fakir fukara aile çocuğu askerler, polisler, acaba unutulmayı hak ettiler mi?
Sayı az değildir, yedi bin PKK terörü şehidi...
Onların adına bir anıt dikmediler... Topluma onları anımsatacak bir hizmet götürmediler...
Ve şimdi her şey unutuldu, unutturuldu ve varsa yoksa 15 Temmuz şehitleri...
Geride bıraktıkları yakınları için hükümet tarafından yardım kampanyaları düzenleniyor, çok büyük paralar ve bağışlar toplanıyor.
Sorun bakalım diğer terör şehitlerinin ailelerine, şehit maaşı dışında bir kuruş para almışlar mı?
Allah hepsine rahmet eylesin ama devletin böyle bir ayrımcılık yapması hoş değildir.
Şehitler arasında bile ayrımcılık yapılması, siyasete göre yön verilmesi devlet yönetimine yakışır bir iş değildir.

Hak yerini buldu!


Sinan Çetin isimli yönetmen, sanat piyasasının en önde gelen AKP yandaşlarından biridir.
Bu şahsın oğlu Rüzgar Çetin bundan sekiz ay önce son model arabasıyla ve alkollü olarak Beşiktaş’ta iki polisin içinde bulunduğu polis aracına hızla çarptı.
Gecenin geç saatleri idi...
Polislerden biri çarpma sonucunda can verdi, diğeri yaralandı.
Rüzgar tutuklandı.
Davası devam ediyordu... Birkaç gün önce medyaya haberler düşmeye başladı:
“Şehit polisin eşi davacı olmaktan çekildi. Yaralı polis de şikayetini geri aldı.”
Bu durumda ortada şikayetçi kalmıyordu.

* * *

Bizim medyada hemen haberler çıkmaya başladı:
“Şikayetçiler taleplerini geri aldığına göre, Rüzgar salı günü yapılacak duruşmada tahliye edilecek... Sinan Çetin’in şehit polisin ailesine büyük para yardımı yaptığı iddia
ediliyor.”
Dün duruşma günüydü ve beklenen oldu!..
Sekiz aydan beri cezaevinde yatmakta olan Rüzgar tahliye edildi.
Ağır Ceza Mahkemesi heyeti değiştirilmiş, savcı tutukluluğun devamını istediği halde mahkeme oy çokluğu ile tahliye kararı vermiş.

* * *

Ben öyle “Ölen polislerin ailelerine para verildi, baskı yapıldı ve şikayetlerini geri çekmeleri sağlandı” haberlerine inanmam!
Bir kuruş bile verilmemiş, baskı yapılmamıştır.
Adalet işte şimdi yerini bulmuştur!

* * *

Benzer bir olayı 1990’lı yıllarda İstanbul’da yaşamıştık.
Sayın ve muhterem cumhurbaşkanımız o sırada İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı idi.
Oğlu Burak Erdoğan kullanmakta olduğu araçla TRT Türk sanat müziği sanatçısı Sevim Tanürek’e caddede çarpıp ölümüne neden olmuştu.
Burak mahkemeye çıkarıldı, bir gün bile cezaevinde yatmadan serbest bırakıldı ve ortalıkta kıyamet koptu.
Babası, Burak’ı hemen yurt dışına gönderdi.
Birileri, devreye bazı görünmez güçlerin girdiğini, polisi, mahkeme hakimini ve bilirkişileri ayarladığını iddia ettiler.
Oysa öyle bir durum asla yoktu!
Kesinlikle yoktu!
Zaten sonrasında Sevim Tanürek’in ailesi de şikayetçi olmaktan vazgeçti.
Bu durumda Burak hiçbir aşamada tutuklanmadı, ceza almadı.
Olsaydı elbette alırdı, öyle değil mi?
Hak yerini bulmuştu!