Sevgili okuyucularım, önceki gece Adana’nın Aladağ ilçesinde meydana gelen öğrenci yurdu yangınını ve acı sonuçlarını medyadan izlemiş olmalısınız. Bu yazıyı yazdığım saatte 11 öğrenci ve bir görevli yanarak can vermişti. Toplam 12 kişi...
Yurt binasını gördünüz. Gecekondu gibi üç katlı bir yapı.
Yangında yanar, depremde çöker...
Gariban kız öğrencilerin içine doldurulduğu gözlerden uzak bir tarikat yurdu.
Türkiye’de böyle binlercesi var.
Denetleyeni yok, izleyeni yok... Yangın merdiveni kilitli... Ve insanlar cayır cayır yanıyor.

* * *

Şimdi ülkemizde yeni bir moda çıktı...
Her üzücü olay sonrasında yayın yasağı getirmek!
Deprem olur yayın yasağı, yangın olur yayın yasağı, terör olayı olur yine yayın yasağı!
Bu nasıl kafadır kardeşim, toplumdan neyi gizlemeye kalkışıyorsunuz? Bilgi edinme hakkını hangi yetkiyle elinden alıyorsunuz?
İktidarın RTÜK’ü dün bu yurt yangını konusunda da yayın yasağı getirdi.
Gösterilen gerekçeye bakar mısınız!
Duyuru şöyle:
“...Bazı basın organlarında yanlış bilgi verildiği, ölenlerin kimliklerinin yanlış söylendiği, söz konusu yayınların ilçe genelinde ve yurt çapında huzur ve güven ortamı ile kamu düzenini bozacak eylem ve davranışlara dönüşebileceği ve yürütülen soruşturmanın akamete uğrayabileceği kanaatiyle, tüm yazılı ve görsel haberlere soruşturma tamamlanıncaya kadar yayın yasağı konulmasına ve yapılan yayınların kaldırılmasına karar verilmiştir.”
Maşallah vallaha, bu kadar “sağlam” gerekçeyi bir seferde kullanmak her babayiğitin harcı değildir!

* * *

Sık sık, neredeyse her olay sonrasında getirilen bu yayın yasaklarının bir tek amacı vardır:
İşin sorumlularını gizlemek, suçları ve ayıpları örtbas etmek, sorumlulara ve hükümete zaman kazandırmak.
Bu gibi olaylarda soruşturma aylarca sürer, gerçek sorumlular bir türlü açığa çıkarılmaz, dava açılıp sonuçlanması ise yılları bulur. O zamana kadar kim öle kim kala!
301 işçimizin can verdiği Soma maden faciasını bir anımsayın. Aradan yıllar geçti ama gerçek sorumlular bulunamadı... Mahkemeler sürüp gidiyor.
Hiç kuşkunuz olmasın, Adana’daki öğrenci yurdu olayının sonu da böyle olacak, zamanla her şey unutulup gidecektir.
Konulan yayın yasakları da arşivlerde utanç belgeleri olarak kalacaktır.

Bir komando teğmenin feryadı


Mektup İzmir’den geliyor ve komando teğmen yakınıyor:
“Eğitim hakkımızı bile elimizden aldılar...”
Lütfen bu yanlışlara artık son verilsin.
Üzerinde hiçbir yorum yapmadan sizlere aktarıyorum:
“Sayın Emin Çölaşan, size İzmir 1 No.lu F tipi kapalı cezaevinden yazıyorum. Ben ve benim gibi mağdurların sesini duymanız, sesimize ses olmanız ve bize yardımcı olmanız için yalvarırcasına sesleniyorum. Zira bu süreçte bizim gibi mağdurların yardım çığlıklarını korkmadan dile getiren, yardım isteyenlerin görüş ve inançlarına bakmadan insanlık için çabalayan nadir insanlardan birisiniz.
Kanun Hükmünde Kararname ile ihraç edilene kadar 11. Komando Tugayında teğmen rütbesi ile görevliydim. İki yıllık kıta görevi yaptım. Bunun 12 ayını evimden ayrı görevlerde geçirdim. Beş kez il dışı görevlere gönderildim. Evlenmeden iki gün önce arayıp bir hafta sonra göreve gideceksin dediler.
Eşimle zaman bile geçiremedim. Önce vatan deyip gözü yaşlı eşimi arkada bıraktım ve Güneydoğu’ya göreve gittim. Görev bittiğinde bu sefer bir aylık tatbikata gönderildim ve evimden yine ayrı kaldım.
Son 15 Temmuz olayı günü Çardak havaalanına götürüldüm ve ne olduğunu bilmeden tutuklandım.” (Çardak, Denizli’deki havaalanı. EÇ)

* * *

İşten atıldığım ve Harp Okulu diplomam sivil hayatta işe yaramayacağı için açık
öğretimden ikinci üniversiteye başvuruda bulundum. Ancak son çıkan 677 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile sınavlara giriş hakkımız da engellendi.
Anayasal hakkımız olan eğitim hakkımız elimizden alındı.
Bu ülkede tecavüzcülere, hırsızlara, dolandırıcılara, yüzlerce sabıkası olanlara eğitim hakkı var.
Ancak henüz mahkemeye bile çıkarılmayan biz masumların hakkı engelleniyor.
Yaşama hakkımız zaten elimizden alındı, şimdi de geleceğimize engel olunuyor.
Burada (cezaevinde) benim gibi eğitim hakkı alınan onlarca (tutuklu) insan var. Artık ne yapacağımızı da bilmiyoruz.

* * *

Kendi ülkemizde Suriyeli sığınmacılar kadar değerimiz kalmadı.
Eğitimcilerin ve hukukçuların sesimizi duymasını, bu karara karşı çıkılmasını ve siz gazetecilerin de aynı konuyu gündemde
tutup bizlere bir nefes olmanızı, yardım etmenizi istirham ediyorum.
Her şeye sabretmeye çalışıyorum ama artık sabredecek gücüm de kalmadı. Gün geçtikçe ümidimi ve yaşama sevincimi yitiriyorum.
Bu vatanı sevmekten, yeri geldiğinde her şeyimi ikinci plana atıp önce vatan demekten başka ne suçum var, onu da bilmiyorum.
Öz vatanımda garip kaldım, tükeniyorum.

* * *

Lütfen sesimizi herkese duyurun. Lütfen eğer mümkünse tanıdığınız milletvekillerinden konuyu Meclis’te dile getirmelerini rica edin.
Sizin köşenize taşıdığınız mağdurların yazılarını (mektuplarını) her okuduğumda hem çok üzülüyor, hem de size minnettar oluyorum.
Benim bu yazımı yayınlasanız da, yayınlamasanız da size şimdiden sonsuz şükranlarımı sunuyorum.
Size Atatürk’ün Askerleri adına selam gönderiyor ve iyi günler diliyorum.
Not: İsmimi lütfen yayınlamayın çünkü buradaki herkes adına yazıyorum.”