Sevgili okuyucularım, ABD Başkan Yardımcısı Biden Türkiye ziyaretinde... Hükümete
çeşitli konularda açıkça ders verdi...
“Fikir ve ifade özgürlüğü bizim vazgeçilmez ilkemizdir” dedi.
Bu uyarıyı neredeyse her gün alıyoruz.
Bunu durduk yerde söylemedi çünkü hükümetin medyaya nasıl baskı yaptığını, gazeteciler ve vatandaşlar aleyhine cumhurbaşkanına hakaret bahanesiyle olur olmaz konularda nasıl davalar açıldığını en az bizim kadar biliyor.
Bu davaların bir tek amacı var:
Basını ve kitleleri korkutup sindirmek ve bu yolla susturmak.
Bir ölçüde başardıklarını da itiraf etmeli.

* * *

Türkiye’de basın dediğiniz zaman, iktidarı eleştirme yürekliliğini gösteren yayın organı sayısı (yazılı ve görsel medyada, yani gazete ve televizyonlarda) zaten üçü dördü geçmiyor.
Bunu günlük yaşamda sizler de görüyorsunuz.
Televizyonu açtığınız zaman karşınızda (canlı yayında) mutlaka iki kişiden biri var:
Recep Tayyip Erdoğan veya Ahmet Davutoğlu.
Ya biri, ya öteki!..
Yayın saatlerini aralarında nasıl paylaşıyorlar, bilmek mümkün değil.
İster demokratik ülke olsun ister diktatörlük...
Şeyhlik, krallık olsun...
Böyle bir olay dünyanın hiçbir ülkesinde yok.
Her canlı yayının bahaneleri hazır!
“Cumhurbaşkanımız muhtarlara hitap ediyor... Başbakanımız toplu açılış töreninde konuşuyor...”

* * *

ABD Başkan Yardımcısı Biden İstanbul’daki sözleriyle işte bu tabloyu kastediyor ve bir kez daha uyarıyor...
Yayın organları iktidarın elinde ve emrinde... İktidarın her türlü söz hakkı var ama muhalefetin yok...
Televizyonu her açtığınızda karşınızda iki aynı şahıs...
Dur durak bilmeden konuşan ve bu yolla toplumun sinir sistemini geren iki kişi.
Aynı sözler, aynı mimikler ve aynı tekrarlar!
Ama karşı taraf ağzını açınca gelsin davalar!
Konuşmak sadece iktidarın, hükümetin hakkı!

* * *

Bu durumu hem ABD biliyor, hem Avrupa Birliği ülkeleri... İşte bu yüzden iki kesimden de fikir ve ifade özgürlüğü konusunda sürekli uyarılar geliyor.
Bu işin sonu nereye varacak, bilinmiyor.
Türk medyasının çok önemli bir bölümü devşirildi ve iktidar partisinin, hükümetin emrine sunuldu.
Devşirme sürecinde devletin ve milletin yüzlerce trilyonu harcandı, havuz medyası oluşturuldu.
Bu havuz medyasına yine devletin ve milletin trilyonları, kamu kurumları ve bankaları aracılığı ile pompalanıyor. Havuz medyası bu yolla, reklamlarla beslenip ayakta tutuluyor.
Türkiye’de bu konuda olup bitenler, gerek ABD ve gerekse Avrupa Birliği’nin Ankara’daki büyükelçilikleri tarafından her gün ülkelerine rapor ediliyor.
Uyarılar işte bu yüzden geliyor...
Bizimkiler ise uyanık!..
Başlarını devekuşu gibi gömmüşler kuma, bu rezillikleri başka ülkelerin hiç görmediğini zannediyorlar.

Koç ve Genç... İyiler gidiyor, kötüler kalıyor!


Sevgili okuyucularım, Türkiye bir gün ara ile iki değerli insanını yitirdi. Önce işadamı Mustafa Koç, ertesi gün Kamer Genç.
İkisi de laik Cumhuriyet ilkelerinin en büyük savunucusu, ikisi de yürekli insanlardı.
Koç Ailesi’nin bütün bireyleri gibi Mustafa Koç da ülkemizin en zengin ve varlıklı insanıydı.
Bu ailenin bir gün olsun şımarıklık sergilediğini, siyasi iktidarlara yalakalık yaptığını, ihale peşinde koştuğunu, olur olmaz şeylerden rant elde etmek için çaba harcadığını görmedik, duymadık.
Aile on binlerce kişiye iş yaratıyordu.
Kurdukları firmalar dünya çapında idi.
Arsa oyunlarına, arazi tezgahlarına hiç girmediler ve kendilerini küçük düşürmediler.
İşte o yüzden hep saygın kaldılar.

* * *

Aynı gerçekler Kamer Genç için de geçerliydi. Uzun yıllar Meclis’te görev yaptı...
Bence Türkiye’nin tek kişilik ve en güçlü muhalefet partisinin kurucusu ve başkanı idi!
Seçildiği partilerin disiplinini falan hep boş verdi ve kendi başına, bildiği gibi muhalefet yapıp iktidarları, üstelik çoğu zaman da kendi partisini kızdırdı.
İsmi bir gün olsun herhangi bir yolsuzluğa, üçkağıtçılığa, iş bitiriciliğe bulaşmadı.
Öyle günler oldu ki yaptığı muhalefet ve keşfettiği esprilerle ülke gündemini sarstı.
Böyle siyasetçiler günümüzde ne yazık ki az bulunuyor.
Tunceli milletvekili olarak görev yapıyordu ama bir gün olsun Kürtçülük işine bulaşmadı...
Vasiyeti de ilginçti:
“Beni Türk Bayrağı’na sarıp Tunceli’ye gömün.”

* * *

Laik Cumhuriyet ilkelerinin savunucusu, Mustafa Kemal Atatürk sevdalısı, iktidar yalakası olmayan iki değerli insanımızı bir gün arayla yitirdik.
Acaba tanışırlar mıydı, bilemiyorum.
Birbirleri hakkında ne düşünürlerdi, onu da bilemiyorum.
Bildiğim tek şey, iyiler öbür aleme göç ederken kötülere hiçbir şey olmuyor!
Allah ikisine de rahmet eylesin.