Türkiye’nin son dönemlerde yaşadıklarına kahrolmamak elde değil. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ve geçmişe olan özlemim nedeniyle tarih sayfalarını karıştırıyordum. Sayın Hüseyin Vodinli’nin kaleme aldığı öyküye rastladım… “SEYİT ALİ…” Çok duygulandım ve araştırmaya başladım. Bugün bu kahramanın yaşadıklarını bilmeyen yoktur sanırım ama yine de sizlerle bir kez daha paylaşmak istedim.
SEYİT ALİ ÇABUK, Balıkesir’in Havran ilçesi Manastır köyünde 1889 yılında doğan bir Yörük çocuğudur. Keçi güdüp, kaçak odun kömürü satarak geçimini sağlamaktadır.
1909’da askere alınır, 1912’de Balkan Savaşı’na katılır, 1914’te cihan savaşı başlayınca Çanakkale cephesinde topçu eri olarak görev alır. Seyit Ali, Mecidiye Tabyası’nda görevliyken müttefikler donanmasından atılan bir top mermisi tabyaya isabet eder. Tabyadan geriye 2 er ve tabya komutanı sağ kalır. Sağ kalanlardan biri de Seyit Ali’dir. Seyit Ali, 276 kiloluk top mermisini tek başına sırtlar ve bataryaya yerleştirir. İki kez atış yapılır ama müttefik gemilerine isabet ettirilemez. Fakat üçüncü atışta gemi vurulur, sürüklenmeye başlar ve Nusret Gemisi’nin döşediği mayına çarparak batar. Bazı tarihçiler, geminin bu top mermisiyle değil, mayınlara çarparak battığını yazar. Bu başarısından dolayı Seyit Ali onbaşı rütbesine yükseltilir. Ödül olarak 2 tayın verilir. Birkaç gün sonra ikinci tayını iade eder.

19 YIL SONRA KÖYÜNE DÖNER


Seyit Ali, 1909’da başladığı askerlikten, 1918’de onbaşı rütbesiyle terhis edilir. Savaş bitmiştir, köyüne dönmeye karar verir. Yürüyerek 13 günde köyüne varır. Köyünde herkes onu ölü bilmektedir. Köye vardığında akşam olmuştur. Bir türlü evinin kapısını çalamaz. Acaba eşi tekrar evlenmiş midir? Sabah oluncaya kadar bekler, gün ışıyınca kapıda bir akrabasıyla karşılaşır. “Sen kimsin” diye sorar akrabası… “Ben Seyit Ali’yim” der. Eşini sorar, evlenmediğini öğrenince kapıyı çalar, sekiz yaşlarında bir kız çocuğu kapıyı açar ve annesine bağırır. “Anne, kapıda sakallı biri var” der... Anne gelir ve “kızım o senin baban” der. Köyde yaşamaya başlar ama savaşla ilgili hiç konuşmaz. Ormanda kaçak odun kömürü yaparak geçimini sağlar.

BUGÜNLERİMİZİ ONLARA BORÇLUYUZ


Yıl 1929… Atatürk bir açılış için Havran’a gelir. Açılıştan sonra Havran Nahiye Müdürü’ne “Burada bir Seyit Ali vardı, onu görmem lazım” der. Müdür, Seyit Ali’nin hangi köyde yaşadığını bilemez. Edremit Askerlik Şubesi’nden sordurulur ve bulunur. İki jandarma eri, Seyit Ali’yi almaya giderler. Seyit Ali, o sırada dağa kömüre gitmiştir. Dönüşte jandarmaları görünce kaçak kömür için geldiklerini düşünür. Sorar “Suçum ne?” diye… “Suçun yok, seni Mustafa Kemal Paşa çağırıyor” derler. Seyit Ali sevinir, çünkü paşayı görecektir. Sakalını keser, aklanır, paklanır ve huzura çıkarılır. Paşa, “Sen Çanakkale’de büyük kahramanlıklar yaptın, benden ne istersin? Sana maaş bağlatayım” der. Seyit Ali “Sağol Paşam, yaptıklarım her vatan evladının yapması gerekenlerdir.Görevimdi, görevimi yaptım. Maaş için değil. Tek isteğim dağda kaçak odun kömürü yapıyor, Havran ve Edremit’te satıyorum. Emir verirseniz, ormancılar baltamı almasınlar” der. Atatürk emir verir ve Seyit Ali’ye dokunulmamasını ister. 2 yıl sonra yeni gelen Nahiye Müdürü bu emri uygulamaz ve Seyit Ali’ye rahat vermez. Seyit Ali, bu işi bırakır ve Havran’da bir fabrikada hamallığa başlar. 

Koca Seyit, 1939’da 50 yaşında hastalanır ve yaşamını yitirir. Köyüne gömülür, köyünün adı 1990 yılında “KOCA SEYİT” olur ve heykeli dikilir. Türk Silahlı Kuvvetleri her zaman Seyit Ali’nin köyüne sahip çıkmıştır.
Koca Seyit’in öyküsü Türkiye’nin tüm kahramanlarının öyküsüdür. Bu ülke bugünlere bu kahramanların vatan aşkıyla gelmiştir.
Tüm Seyit Ali’lere selam olsun...

SON SÖZ: Uçurtmalar, rüzgar gücüyle değil, o güce karşı koydukları için yükselirler. W.Churchill