Umutlu ve güçlü bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak başta Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına minnetimi sunuyorum. Bir toplumu yoktan var etmek, bitti artık derken oyunun kurallarını yeniden yazmak, tarihi gidişatı alaşağı edip yepyeni bir memleket ve cumhuriyet inşa etmek bu güzel insanlara nasip oldu. Pek tabii ki 20. Yüzyıla damgasını vuran bu bağımsızlık mücadelesi birçok ülke devlet adamı ve komutana ilham vermiş, onlar tarafından gıptayla izlenmiştir. Ne mutlu bizlere ki bu asker ve siyaset adamlarının torunlarıyız. Kurdukları Meclis’te varoluyoruz.
Çocukluk günlerimin unutulamayanları arasında 23 Nisan coşkusu her zaman var. Cumhuriyet’le, Atatürk’le bağımızın oluştuğu, sağlamlaştığı, İlk Meclis’in ruhunu kavradığımız ve yaşadığımız o nadide günlerden bahsediyorum. Tabletlerimiz, bilgisayarlarımız olmadan elimizdeki bilyeleri gazozla değiş-tokuş ederek çocukluğumuzu yaşadığımız günlerden söz ediyorum. Radyoda şarkı beklediğimiz, Youtube’tan tak diye bulup şak diye kulağımıza ulaşan teknolojiden bahsetmiyorum. Teknoloji ve memleket sürekli yenilenirken elbette bunun gerisinde kalmak olmaz. Ve fakat benim dediğim başka. Ben ‘O’ ruhtan, 23 Nisan ruhundan bahsediyorum. Ahde vefadan, Ulu Önder Atatürk’e minnetten, silah arkadaşlarına saygıdan, Cumhuriyetimiz’i kuranlara duyduğumuz içten sevgiden, al bayrağımızın birleştiriciliğinden söz açıyorum. Günyüzü görmemiş kabalıklardan, ilkel hoyratlıklardan, dev aynası yanılgılarından sözetmiyorum. Herkes gider, her şey biter Atatürkümüz’ün, Türkiyemiz’in ve 23 Nisanlarımız’ın kalıcı olduğunu biliyorum sadece. Çocuklarımıza bu değerlerimizi öğretmek için şefkat, eğitim ve bilimle yaklaştığımız an, emin olun memleket de kurtulur, cumhuriyet de kurtulur, din de, ahlak da kurtulur. Bu kadar net.


Alaçatı, Kaş, Bozcaada


Turizmci bu yıl kan ağlıyor. Tabi zincirleme bir durum var ortada. Havayolları, oteller derken tesislere meyve sebze getireninden, animasyoncusuna, servis şoförüne kadar domino etkisi yaratacak bu hadise. Yaz geldi mi, çekler dönmeyince daha net hissedilecektir. Umarım bu süre zarfında bir sürpriz olur ya da sihirli değnek değer de işler düzelir. Turizmin bu karartıcı ruh halinden etkilenmeyecek yerler de var.


Mesela Alaçatı ya da Kaş ve pek tabi ki Bozcaada. Bu saydığım yegane yerler bana kalırsa turizmin hiç tökezlemeyeceği yerler. Butik otelleri ya da pansiyonları yine dolacak, balıkçılarında boş masa-sandalye bulunmayacak, plajları yine dolup taşacak. İç turizmin belirli kesimine hitap eden bu turistik beldelerde ancak ‘Gezi Olayları’ gibi toplumsal hadiseler meydana gelirse turizm etkilenir. Çünkü gelen kitle az çok o duyarlılıkta. Bir de yıllardır kendine özgü bir tavrı ve duruşu olan yerler buralar. Alıştıysanız kolay kolay ‘gitmiyorum ben oraya artık’ diyemiyorsunuz.


Antalya gibi ağırlıklı Rus turiste hitap eden tesisleri bünyesinde tutan yerler de, yeni dış pazarlar bulamadıysa zannediyorum fiyat kırıp iç turizmi konuk ederek belini doğrultabilir. İç pazara açılır mı açılmaz mı bilemem ama yurtta barış dünyada barışın ne kadar önemli olduğunu, ekonomik ve turistik darbeler yiyerek de öğreniyoruz galiba.


Amsterdam turuncusu


Baharda her yer bir başka güzel malum. Memleket zatan apayrı bir hoşluğa bürünüyor orası ayrı ama dünya zaten başlı başına gelinlik kız gibi oluveriyor. Tabi bir de bu güzellikleri karnavallarla, festivallerle, şenliklerle karşılayanlar var ki gıpta etmemek mümkün değil. Buyurunuz Amsterdam’a. Zaten hep canlı, bir de her yıl Nisan’ın sonunda daha da canlı bir turuncuya bürünüyor. Mevzu krallarının doğum günü falan ama bu işin bahanesi. Kanallarda çılgınca süslenmiş binlerce tekne, tatlı mı tatlı rengarenk bit pazarları ve danslar ve kahkahalar. Biz turist getiremiyoruz ama özellikle Avrupa’ya çok gidenimiz var. Tur operatörlerimiz de başta yılların turizmcisi Ali Onaran yönetimindeki Pronto Tour olmak üzere bu konuda son derece profesyoneller. Belki bu hafta memleketin griliğini bir kenara bırakıp, bi’ kaç günlüğüne de olsa hayata şöyle bir turuncu bakıp, turuncu hissetmek için Amsterdam’a doğru uzanılabilir. Eşsiz su kanalları arasında yürüyüp, bisiklete biner, stresten uzaklaşırsınız. Ne dersiniz ?


Haslet Usta


Mesleğin ağababalarından denir ya, aynen öyle. Tam 40 yıldır çiziyor Haslet Soyöz Usta. Dile kolay. Çizimlerini nerede olsa tanırım. Çocukluğumun gazeteleri aklıma gelince hafızama kazınan bir kaç isimden biridir o. Belki de içten içe gazetecilik damarımı kaşımış, bu şerefli mesleğe bulaşmamı sağlamıştır. Memleket meseleleri, insan ilişkileri tek bir karede bir iki cümleye sıkıştırılıp nasıl anlatılabilir de tam on ikiden vurur. Hep merak ederim aslında, bu vurucu kafa, bu olayları ince gören akıl, bu çizim zekası nereden gelir diye. Gazetelerimizin birinci sayfalarında bu keskin dokunuşlara pek rastlanmıyor maalesef ama en azında Haslet Soyöz gibi abilerimizin olduğunu bilmek insanın içini rahatlatıyor. Bu dev ismin ‘Fenerler’ adını verdiği yağlıboya tablo sergisi Rahmi Koç Müzesi’nde hali hazırda görülebiliyor. Lojmanlı deniz fenerleri ve gemileri resmetmiş usta. Kimileri için yalnızlık, kimileri için umut ışığı fenerler. Ben Haslet Soyöz tablolarının hastası oldum. Siz de gidiniz. Ziyaret edinizki yetenek ve deha neymiş görünüz.