Türkiye bir deprem ülkesidir. Marmara Bölgesi’nde büyük can kaybına ve maddi hasarlara yol açan 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 Düzce depremleri, dünyanın en aktif deprem kuşaklarından biri üzerinde olan ülkemizin depremlere ne kadar hazırlıksız olduğunu gösterdi. Üzerinden 14’ü AKP’yle olmak üzere 17 yıl geçti...
İstanbul’un depremini bekleyen, ağır sorunlarla dolu mega bir kent olduğunu bilim adamları her gün anlatıyorlar. İstanbul, 17 Ağustos 1999 depreminin merkez üssüne 110 kilometre mesafedeydi. Buna rağmen 3 binden fazla yapı ciddi hasar görmüş, 50’ye yakın yapı tamamen yıkılmıştı. İstanbul merkezli bir depremin yıkıcı etkisiyse büyük bir trajediye dönüşebilir. 1509 İstanbul depremi Küçük Kıyamet olarak adlandırılmıştı. Olası bir İstanbul depreminin ise Büyük Trajedi olacağı söyleniyor...
İstanbul dünyadaki en büyük 25 mega kentten biri. İstanbul’un yapılaşmış alanlarındaki nüfus yoğunlukları gelişmiş batı ülkelerinin metropollerinden 2-3 kat daha fazla. Hızlı göç altındaki güzeller güzeli şehrimiz, deprem ve diğer doğal ve teknolojik riskleri ve bu konularda bilim insanlarının uyarıları hiçe sayılarak hâlâ büyütülüyor. Sürekli göç alan ve nüfusu artan, artan nüfusla plansız, denetimsiz, kaçak yapılaşmalarla hormonlu büyüyen İstanbul’un nüfus artış hızı, ülke genelinin iki katından fazla. Ve İstanbul’umuz, olası deprem kökenli kayıpları bakımından dünyanın en riskli kentlerinden biri...

* * *

Hareket alanı zaten son derece kısıtlı olan İstanbul rant uğruna hiç düşünülmeden büyütüldükçe, risk yönetimi, zarar azaltma, önlem ve hazırlık çalışmaları da büyük ve tehlikeli ölümcül zayıf noktalarla dolmakta. 2000-2010 yılları arasında İstanbul ve çevresi için yapılan bir çok ayrıntılı deprem tehlike ve risk çalışmalarından elde edilen önemli bulgular ve tespit edilen en riskli alanlar, kentsel dönüşüm amaçlı planlamalarda ve uygulamalarda ne yazık ki dikkate alınmamış durumda. Eski yerleşimlerdeki yoğun yapılaşmış riskli alanlar ve üzerindeki riskli konutlar hâlâ öylece duruyor...
İstanbul depreme hazır değildir ve en ölümcül sorunu da budur. İstanbul’un nüfus yoğunluğunun çoğunluğu 1. Derece deprem bölgesindedir. Mevcut yapı stokunun % 50 ila 60’ı kaçaktır. Yaklaşık % 40’ı deprem ömrünü tamamlamıştır, bunların % 27’sinin deprem riskine bağlı olarak acilen yıkılması gerekmektedir. İstanbul’da ticari faaliyetlerin yer aldığı alanların % 56’sı birinci derece, % 43’ü ise ikinci derece deprem bölgesindedir...
İstanbul Deprem Master Planı’nda 2003 yılındaki bina dağılımına göre, İstanbul yapı stokunun % 15’i konum açısından yanlış yerdedir. % 90’a yakını konut olmak üzere, heyelan alanlarında 24.862 yapı, sıvılaşma alanlarında 19.002 yapı, tsunami riskli alanlarda 20.791 yapı ve dere yatağı/vadi tabanı gibi sel alanlarında 108.556 yapı vardı. Bu riskli alanlarda öncelikli olarak dönüşüm ve iyileştirme yapılması önerilmesine rağmen bir gelişme olmamış, aksine yapı sayısı artmıştır...
17 Ağustos’un ardından Ecevit hükümeti, deprem yaralarının sarılması ve gelecek depremlere karşı hazırlanılması amacıyla, cep telefonlarına Deprem Vergisi adıyla anılan bir Özel İletişim Vergisi koymuştu. Yıllar içinde katrilyonlarca TL’ye ulaşan bu para büyük oranda amacına uygun harcandı. Daha sonra Anayasa Mahkemesi bu vergiyi kaldırdı ve Aralık 2003’te AKP hükümeti kanun değişikliğiyle bir hokus pokus yaptı ve bu vergiyi kalıcı hale getirdi. Bu deprem vergilerini amacı dışında kullanan AKP, nerelere harcandı diye ısrarla sorulunca da, biz o paralarla yol yaptık dedi ve hiçbir hesap vermeden konuyu kapattı...

* * *

21 Mart 2000 tarihinde, Ecevit hükümetinin Başbakanlık genelgesiyle kurulan içinde değerli bilim insanları bulunan Ulusal Deprem Konseyi, çok önemli bilimsel projeler yürütürken, 6 Ocak 2007’de AKP hükümetinin Başbakanlık genelgesiyle kimseye sormadan küt diye lağvedildi...
Yine Ecevit hükümeti döneminde başlatılan projeyle, kentlerde deprem toplanma alanları ile afet anında ulaşımı sağlayacak öncelikli güzergâhlar tespit edilmişti. İstanbul’da 470 Geçici İskân Alanı ve 562 Birinci Derecede Acil Ulaşım Yolu belirlenmişti. İstanbul’da bugün 470 deprem toplanma alanının 300’ü alışveriş merkezine ve gökdelenlere dönüşmüştür. Üç yıl süren bir çalışmayla belirlenen Acil Ulaşım Yolları’nın bir kısmı kullanılamaz durumdadır. Bazı yollar kapatılmış, bazı yollar otopark haline getirilmiştir. Toplanma alanları da, acil ulaşım yolları da ranta kurban edilmiştir. İstanbul gibi bir mega kent için belirlenen deprem toplanma alanları zaten yetersizken ve mutlaka yeni alan belirleme sorumluluğu ve zorunluluğu yakıcı halde bulunuyorken, mevcutların bile korunamamış olması, İstanbullulara karşı işlenen bir suçtur...

* * *

2012 yılında Afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hakkında çıkarılan Kentsel Dönüşüm kanununun uygulanmasına nedense kentlerin rant değeri yüksek bölgelerinde başlandı. Bütünlüklü ve merkezi bir planlama yapılmadan, kentsel dönüşüm projelerini üstlenen hükümet destekli firmalar, orta ve üst gelir gruplarına dönük konut üretimine yöneldi. Türlü hukuk aldatmalarıyla İmara açılmaması gereken neresi varsa hepsi imara açıldı. Her bulunan yerde imara açılan yeşil alanlara, kupon arazilere dikilen dev yapılar, şehre rastgele serpiştirilmiş gibi duruyor. Her yer gökdelenlerle dolduruluyor ama 20 kattan yüksek binaların deprem yönetmeliği hâlâ yok ve akıl almaz bir şekilde devletin elinde iki ayrı deprem tehlike haritası var. Hangi bina ne kadar sağlam ve doğru yerde yapılmış ancak depremi yaşayınca öğreneceğiz...
2016’da İstanbul’da depremde ölme riski altında bulunanlar, 1999’da İstanbul’da depremde ölme riski altında bulunanlardan çok daha fazladır. Afet zararlarının azaltılması ve yerleşim yerlerinin afetlere dayanıklı hale getirilmesi çalışmaları, rant beklentisinden tamamen soyutlanmalı, kamu sağlığı ve kamu güvenliği önceliğiyle yeniden tasarlanmalıdır...