Bunca çok başarılı, çağdaş örneğe rağmen, Laikliği hâlâ benimseyememiş, dini kurallarla yönetilen ve toplumsal hayatını buna göre düzenleyen ülkelerin en önemli sorunu, kadını ve erkeği günlük hayatın içinde birbirinden uzak tutmasıdır. Daha doğdukları andan itibaren kız ve erkek çocuklarının yetiştirilmesinde, ayrı sınırlar ve ayrı özgürlükler tanımlanması, çocukluklarında birbirlerinden ayrılarak ayrı okullara yollanmaları, kaçınılmaz olarak yetişkinliklerinde de ayrı dünyaların insanları olmalarına yol açıyor...
Daha çocukluklarında birbirlerinden ayrılan kızlar ve erkekler, karşı cinsi tanıyamıyor, tanıyamadığını öğrenemiyor, öğrenemediğini bilemiyor ve başka bilgi edinme ortamı olmadığı için de, karşı cinsi hayatında, kendisine anlatılan ilkel ve bağnaz yanlışlarla tanıyarak kendi zihin haritasını oluşturuyor. Kapalı yaşanan toplumlarda bu durum, çevresindeki çoğunluk da böyle hastalıklı bir zihin haritasıyla koşullandırıldığı için günlük hayatlarını fazla etkilemiyor. Herkes öyle nasıl olsa. Olan o kapalı toplumdaki, çevresindeki erkekler anlayışlı olmayan bütün kadınlara oluyor. Sadece bir kez sahip oldukları yaşam deneyimlerinde, kayıplarla ve fırsat maliyetleriyle dolu bir ömür yaşamak zorunda kalıyorlar. Bazen de gazetelerde içimiz burkularak okuduğumuz kadına şiddet olaylarının mağduru oluyorlar...
AKP zihniyetinin bütün gücüyle karma eğitimle uğraşması, kız ve erkek çocukları daha hayatlarının başında birbirlerinden koparmaya çalışması, bütün okulları imam hatibe çevirme çabaları ve bitmez tükenmez Laiklik düşmanı hamleleri bu sorunların katlanarak artmasına yol açıyor...

*  *  *

Kadına taciz ve şiddetle ilgili suçların kökeninde çocuk yetiştirmede yaşanan sorunlar, yanlışlar ve aile içi şiddet var. Erkek çocuk, kadına ne kadar değer vereceğini rol modeli olan babadan alıyor. Kadının ikinci sınıf vatandaş olduğu bir evde yetişen erkek çocuk, kendi hayatında da kadını öyle konumlandırmaktan kurtulamıyor. İçine doğduğu kültürü benimseyip aynısını yapıyor. Kafasını bozduğunda kadına dersini verebileceğini düşünüyor. Kadın ve erkeğin eşit olduğu ortamlardaki dengeyi, huzuru, verimliliği, çağdaşlığı bir şekilde deneyimleme fırsatı bulabilecek kadar şanslı olanlar veya hayatının fazla geç kalmamış bir döneminde, maalesef bir bedel ödeyerek bu çağdışı saçmalıkların farkına varanlar kendilerini bu sarmaldan kurtarabiliyorlar...
Çağdaş toplumlar, kadın ve erkeğin potansiyelinden daha iyi yararlanabilmek ve nüfuslarının potansiyelini en iyi şekilde değerlendirebilmek için günlük hayatın ötesinde, iş dünyasında da kadını erkekle eşitlemeye çalışıyor. Bu amaçla kotalar koyuyor, kamu sektöründe yasal düzenlemeler yapıyor, özel sektörü özendirecek kolaylıklar sağlıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin yanı sıra iş dünyasında da cinsiyet eşitliğinin sağlanması, mevcut olan işgücü ve yetenek havuzundan çok daha verimli faydalanabilmeyi ve sürdürülebilir ekonomik büyümeyi getiriyor...
Kadınların işgücüne katılımı ve istihdamının bütün dünyada daha kat edeceği mesafe var. Üst yönetimde ve yönetim kurullarındaki kadın yönetici oranında ise bütün dünyada durum daha vahim. Türkiye her iki konuda da hâlâ çok gerilerde. Oysa uluslararası araştırmalar, kadınların iş hayatına daha fazla katılımının, hem şirketlerin hem de ülkelerin ekonomik performansını artırdığını gösteriyor. Kadın ve erkek çalışan sayısı arasındaki farkın azalmasının, şirketlerin performansını yükselttiğini ortaya koyan veriler her geçen gün artıyor...

*  *  *

Kadınların işgücüne katılım oranındaki %1’lik artışın küresel Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’yı 80 milyar dolar artıracağı hesaplanıyor. Kadınların çalışma hayatına katılma oranlarının erkekler ile aynı seviyeye çıkarılmasının, ülkelerin Gayri Safi Yurtiçi Hasılası’nda %10’u aşan artışlar sağlayabileceği hesaplanıyor. Kadın-erkek oranının yakın olduğu kurumların finansal performanslarının sektör ortalamasının üzerine çıkma olasılığı daha fazla. Şirketlerin üst yönetiminde cinsiyet oranı farkının azalması şirketlerin kârlılığını da artırıyor...
Atatürk; “İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?” der.
Ne yazıktır ki, çağını aşan lider Atatürk’ün yalnızca 15 yılda başardığını, arkasından gelen iktidarlar küçük hesapları yüzünden yonta yonta her geçen gün zayıflattılar ve Türkiye’nin Laikliğine ve kadın – erkek eşitliğine büyük hasarlar verdiler. Bu olmazsa olmaz konuda da halimiz; herkes gider Mersin’e biz gideriz tersine...