Uzaydan gelmedik! Tüm yılın yükü bizim de üzerimizde… Artık oynayacak yerimiz dar, paramız az! Parasını ödemekte olduğumuz kısacık tatilimizde yaşadığımız bir sorunu söylediğimizde turizmin tüm dertlerini yüklenmemiz haksızlık değil mi?



Özel bir kanal için 2.5 yıl televizyon programı hazırladım. Bu nedenle de, ağırlığı şef restoranı olan yüzü aşkın mekanda çekim yaptım; çok insanla tanıştım, pek çoğuyla yakın dost oldum, işletmeci derdi nedir bilirim.
Şükür, evimizde de müthiş yemekler yapılır, ağırlamayı, yedirip içirmeyi de severiz…
Çok sık da, “Ya esas siz bir restoran açsanız” cümlesini duyarız.
Büyük konuşmak istemem ama üzerine basarak söyleyeyim: Ha-yat-ta aç-mam!
Çünkü Türkiye’de kirası, ruhsatı, vergisi, maliyeti, müşteri profili derken kafayı yerdim; yiyorlar, biliyorum.
Ne emeklerin, ne paraların, ne umutların, aşkların çok iyi niyetlerle, hatta doğru projelerle battığını görüyorum.

iron-man---raffael-dickreuter

Şarapçılık misal…

Misal, şarap bu topraklarda doğdu. Sev ya da sevme, iç ya da içme ama hakkını ver. Türkiye bugün şarapçılıkta muhteşem işler çıkarıyor ama kimse emeğinin karşılığını alamıyor; dünyanın pek çok yeriyle yarışabileceğimiz ürünlerimiz yurtdışında bilinmiyor.
Yeme-içme sektöründe, “Mekan açalım, güzel dekor yapıp üç-beş ünlüyle takılıp iş yapalım”cılar da çok var, oldu, olacak da…
Ama çok güzel, uzun uzun düşünülmüş, büyük emek verilmiş projeler de yok oldu.

Sezon bana da kısa!

Turizmdeki sıkıntı tüm sektörlere değiyor, farkındayız.
Ama “Hem kazandığın paradan bana ver, hem kötü hizmet al, hem de idare et” anlayışını asla anlamıyorum.
Şikayet etme çünkü ‘sezonumuz çok kısa’…
Şikayet etme çünkü ‘ülkenin durumu ortada’…
Böyle idare et çünkü ‘birlik olmamız lazım’.
Ne olur olaya bir de geri kalanlar tarafından bakın!



Bana ne, ona ne?

Yılda sadece 10-15 gün tatil yapabileni, ayda bir dışarıda yemeğe çıkabileni, bütün yıl o tatili bekleyeni ele alalım…
Sezonun sadece üç ay olmasından ona ne?
Tatil beldelerindeki dükkan kiralarının yüksek olmasından ona ne?
Düzgün servis elemanı bulunamıyorsa ona ne?
Kira ancak tıkış tıkış masalarla, üst üste şezlonglarla, kalitesiz malzemeyle çıkıyorsa ona ne?
“İstemeyen gelmesin”, “Beğenmeyen gitmesin”le olmaz!
Kimse tüm yıl çalışıp da tek tatil hakkını ‘herkesin görüp, göründüğü’ yerlerde geçirmek istiyor diye kazıklanmayı hak etmez!
İyi kazanırken onunla paylaşmadığın gibi, kötü gidenin yükünü de ona yıkamazsın.
Hepimiz doluyuz…
Eğer ki sen bir zamanlar hepimizin olan denizi ‘beach’ yapıp da benden otopark, giriş ücreti alıyor, meyvenin yanına istediğim iki kaşık yoğurda bile 15 TL ek ücret yazıyorsan, bölgenin halkını kalkındırmak yerine devşirme çözümler buluyorsan ben de biraz (iyi bile demiyorum) düzgün hizmet isterim.
Geri kalan tüm bahanelere de “Bana ne?” derim.
Biliyorum sen ‘beach’ yapmak için türlü türlü bürokrasiyle uğraştın, yatırım yaptın, su getirdin, duş yaptın, malzeme aldın, eleman çalıştırdın ama bunları benim bilmeme gerek olmamalı.
Zaten kafam yüklü; aklımı boşaltmaya geldim. 5 TL verdiğim çay soğuk geldi ve bunu söyledim diye niye tüm bu dertleri dinleyeyim?
Çünkü benim iş sorunlarım seni ilgilendirmediği gibi senin bahanelerin de birer iş sorunudur ve beni ilgilendirmez.
Bunu tatile giden bir vatandaş olarak söylüyorum.

gocek_icerik_9

YETER Ki ÖLÜDENİZ'İ ÖLDÜRMEYiN

Hayran olduğum, iki yaz da paraşüt yaptığım Ölüdeniz’in son haliyle ilgili gördüklerimi ‘Ölüdeniz Ölmüş’ başlıklı bir yazımda anlattım.
Bazı işletmeciler hakaret etti; kimi gece 24.00 olur olmaz diskolarda ses kısılmasından, sintine boşaltan teknelere haklı dertlerini anlattı.
“Burası 15 günde bir suyundan örnek alınan, temizliği ispat edilmiş bir sahil. Belediye başkanımız ve ekibi temizlik konusunda çok hassas, çöp sorununu çözmek için çok uğraşıyorlar” yazıldı; bu önemli. Bazı arkadaşlarım da “Ben ramazanda gittim harikaydı”, “Sezon dışı git, hâlâ güzel” yazdı.
Bir beyefendi de çok düzgün bir dille, “‘Ölüdeniz ölmüş’ başlığı tatilciyi korkutur, yazının tamamı okunmaz. Bu, bölgeye haksızlık olur” yazmış; üzülürüm, üzüldüm.

Gereği ne düşünüldü?

Dertlerin hepsini anlarım da, yanlışlarımızı bize yapılan yanlışlarla açıklamak ne Fethiye’yi, ne turizmi ne de Türkiye’yi kurtarıyor.
Biri sana “Bu sene eve zor ekmek götürüyoruz” yazınca vicdanen 1-0 önde oluyor. Ama bu, ne benim, ne Ölüdeniz’in ne de oradaki güzel doğanın suçu!
Bana hatalı bir haber için hesap sorana, “Ülkenin hali belli… Doğru haber yapan cezasını alıyor. Gazetecilik de bitti, bitiyor. Özgürce yazı yazacak iki-üç yer kaldı. Para da kazanamıyoruz” diyemem yani!
Bu arada yazımı, “Bu arkadaşa gereğini yapalım, bu yazı (ne olur yazıyı da okuyun) vatana ihanettir, birlik olalım” mesajlarıyla paylaşan, isminin önünde parti unvanları olan insanlara sormak isterim: “Gereği ne düşünüldü acaba?”