11 Eylül’den beri artan güvenlik tedbirleri yine de terörizmi engellemeye yetmiyor. 11 Eylül’den beri artan güvenlik tedbirleri
yine de terörizmi engellemeye yetmiyor.


Artık kesin olarak eminiz ki kendisini patlatmak isteyen bir insana hiçbir şey engel olamıyor, ne kadar ağır güvenlik önlemleri alırsanız alın fayda etmiyor. İşte, Avrupa’da iki güvenlikle korunan tek havalimanı olan İstanbul’daki saldırılar bunun kanıtı oldu. Önceki gün Deutsche Welle’de yayınlanan habere göre havacılık uzmanları check-in kontuarları öncesinde güvenlikten geçilmesinin insanları daha da fazla hedef yaptığını düşünüyor. Havalimanına giremeyeceğini bilen teröristler içeri girmek için kapıda biriken masum insanları hedef alıyor.
Dünyanın neredeyse bütün havalimanlarının kapısına herhangi biri arabayla kolaylıkla ulaşabiliyor, kimi ülkelerde güvenlik tedbirleri bir-iki kilometre önceden başlıyor ama bu bile yüzde yüz çözüm değil uzmanlara göre.
Özellikle 2001’deki 11 Eylül saldırılarından sonra hava yolculuğu bir eziyete dönüştü. Eskiden bir şölen gibi yaşanan yolculuklar işkence, uçuş öncesi alışveriş ve yeme içmeyle keyifli vakit geçirilen havalimanları ise insanın bir an önce kurtulmak istediği bir kabus oldu.
Her seferinde yeni tehditler uygulanarak uçak yolculuğu biraz daha keyifsiz hale geldi.
Ayakkabıya saklanan bombalardan sonra ayakkabılar çıkarılmaya başlandı. Tüm elektronik cihazların (ABD’de sadece dizüstü bilgisayarlar) ayrı birer tepsiden geçmesi talep ediliyor. Bazen elektronik cihazların açılması isteniyor; kazara telefonunuzun pili bitti havalimanına gitmeden ve açamadınız. Telefona el konma nedeni işte...
Likit bomba diye bir tehditten bahsedildiğinden beri 100 ml’nin üzerinde sıvıyla binemiyoruz uçağa. 100 ml’lik likit bomba yapılamaz mı? Ya da 10 kişi bir araya gelip kabinde kendi küçük şişelerini birleştiremez mi?
Bu söylediklerim özgün fikirlerim değil; en az bir kere uçak yolculuğu yapan herkesin aklından geçmiştir. Bu güvenlik tedbirlerini icat edenler, güvenlik adına habire yepyeni önlemler alanlar da bunun farkında. Sonuçta bütün güvenlik tedbirleri özünde göstermelik.
Geçen sene sızan belgelerde Amerikan havalimanlarında sahte bomba ve silahların yüzde 95’inin havalimanı güvenliğinden geçirildiği ortaya çıktı.
İstanbul havalimanından ABD’ye yolculuk yapanlar ABD’nin de isteğiyle “Valizlerinizi kendiniz mi hazırladınız”dan başlayan sorulara aşinadır. İkinci güvenlikten geçip uçağa binmek üzereyken bile sekiz kere pasaport ve biniş kartınız soruluyor, hatta körükte bile. Bazen iki metre arayla. Bunun aptalca bir uygulama olduğunu soranlar da biliyor ama ciddi bir iş yapıyormuş gibi rol yapıyorlar. Biz de korunduğumuzu sanıyoruz.
Havalimanı güvenliğini tartışıyoruz çünkü konu her gündeme geldiğinde birilerinin cebi doluyor.
11 Eylül’den sonra ABD’de faaliyete geçen TSA adlı devlet güvenlik kuruluşu 7.55 milyar dolarlık bir deve
dönüştü. Bütçesi pek çok büyük şirketten daha fazla. Ötesinde, havalimanı güvenliği (tıpkı savaş güvenliği gibi) kendi ekonomisini doğurdu, pek çok şirket sahibini zengin etti. ABD’nin Bosna’da, Somali’de ve son olarak Irak’ta savaşı özelleştirip güvenliği özel Blackwater, Halliburton gibi şirketlere ihale ettiği ortada. Şimdi TSA’in de özelleştirilmesi için ABD’de basını ağız birliği etmişçesine haykırıyor.
Geçtiğimiz aylarda TSA’in bürokrasiye yenildiği, yeterli personeli olmadığı için havalimanında kuyrukların uzadığına dair ani bir kriz yaşandı. Bir günde Chicago-O’Hare’de yüzlerce yolcu uçağını kaçırdı güvenlik araması uzadığı için. Hemen ardından özelleştirme korosu da başladı.
11 Eylül sonrası güvenlik özelleştirmesinin bize de uzadığını havalimanlarımızda pasaportlarımıza yapıştırılan G.A.S. yazılı küçük çıkartmalardan takip edebilirsiniz. Havalimanının içinde hizmet veren Gözen Holding’e bağlı Gözen Aviation Security isimli şirket Türkiye’de tekel olmuş durumda. Sadece güvenlik şirketi değil, ayrıca uçuş firması da holdinge bağlı ve bütün havalimanlarını işletiyorlar. Gözen Holding’in sıfır kilometre Airbus alması Türk basınında övgüyle karşılanmıştı.
Naomi Klein “Şok Doktrini” kitabında kapitalizmin hep kriz anlarını bahane ederek birilerini zenginleştirdiğini yazıyor.
Önümüzdeki aylarda dikkatle takip etmek gerek, Türkiye’deki havalimanlarının güvenliği konusunda ne gibi değişimlere gidilecek. Tabii özel güvenlik, terörden servetine servet katanların küçücük bir parçası.
Savaş lordları, silah tüccarları, CEO devletleri sistemi hep birlikte işletiyorlar. Terör her can aldığında siz ağlıyorsunuz, birilerinin de yüzleri gülüyor, cepleri doluyor. Toplu selfie çektiriyorlar.

İkonik binasıyla meşhur CCTV Çin’in propaganda televizyonu. İkonik binasıyla meşhur CCTV Çin’in propaganda televizyonu.


Penguen kafası

Propaganda işbirliği


Hükümete yaranmak için Gezi olaylarında penguen belgeseli yayınlamasının lekesini hâlâ silemeyen CNN Türk şimdi de CCTV’yle işbirliği anlaşması imzalamış.
Türkiye’deki medya siteleri farkında değil galiba...
CCTV, Çin devleti destekli bir propaganda kanalıdır. ABD’nin Voice of America’sı ya da Rusya’nın RT’si gibi...
Yani CNN Türk bir gazetecilik işbirliği yapmıyor, propagandaya ortak oluyor.
Tabii böylece kendisini de Türkiye’nin propaganda kanalı olarak pozisyonlandırıyor. Bu saçmalığın mimarı da penguen belgeselini yayına sokan Ferhat Boratav. Epeydir koltuğu sallantıda olan Boratav bu hamleyle gündeme gelmek, kendisini kanalın vazgeçilmez yüzü, uluslararası bağlantıların kilit adamı olarak hatırlatmak istiyor.
Zaten orada burada “Erdoğan Aktaş’ın İngilizcesi bile yok, sonuçta burası CNN, ben akademik kimliğimle de, bağlantılarımla da çok kritik bir figürüm” diye konuşuyor.
Benim patronlar katından duyduğumsa genel müdür olarak atanan Erdoğan Aktaş’ın daha gelmeden patrondan Ferhat Boratav’ın gönderileceği günün sözünü aldığı.

İletişim: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @orayegin.