Yaklaşık 20 sene önce New York’ta 10. Sokak’ta açılan G Lounge isimli bar gaylerin tarihi açısından bir dönüm noktasıydı. Eşcinsellere hizmet veren diğer kulüplerin aksine karanlık yeraltlarından, korunaklı sokak aralarından çıkıp camlarını sokağa açmış, saklanmaya gerek olmadığına karar vermişti. Görünürlük özgürlük yolunda önemli bir adımdır; son 20 yılda özellikle ABD’de eşcinsel haklarında alınan mesafenin eşi benzeri yok.
Epey bir zamandır Post-Gay bir dünyada yaşadığımızı iddia edebilirdim. Dünyanın en büyük şirketinin başında eşcinsel bir erkek var (Tim Cook), Amerika’nın en güvenilir habercilerinden biri (Anderson Cooper) ve gündüz kuşağının kraliçesi (Ellen DeGeneres) eşcinsel. Birçok şehrin eşcinsel belediye başkanı var. ABD’de eşcinsel evliliğine Cumhuriyetçilerin bir kısmı da destek verdi; çünkü kendi akrabaları, çocukları eşcinseldi. Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin muhafazakar kanadından Yargıç Kennedy’nin oyu eşcinsel evliliğinin kanunlaşmasında belirleyici oldu. Donald Trump bile geçtiğimiz gün eşcinseller için mücadele edeceğini açıkladı.
Kanada’da eşcinsel çiftlere halkın yüzde 80’i, ABD’de yüzde 60’ı destek veriyor. Modern dünya tarihinde eşcinsel olmak için daha iyi bir zaman olamaz.
Advocate’in haberine göre 2016’da Los Angeles, San Francisco ve New York’ta toplam 26 gay bar ya kapandı, ya da kapanmanın eşiğine geldi. Post-Gay dünyada atık eşcinsellerin tehlikeden uzak, güvenle sığınabilecekleri, kendilerini rahat hissedebilecekleri ayrılmış özel alanlara ihtiyaç ortadan kalktı.
Ta ki Cumartesi gününe kadar.
Amerika’nın 11 Eylül’den sonra yaşadığı en büyük terör saldırısı Orlando’daki Pulse isimli gay kulüpte son anda İŞİD’e bağlılığını bildiren terörist tarafından gerçekleştirildi. Afgan asıllı terörist iki erkeğin birbiriyle öpüşmesinden rahatsızlık duyduğunu söylemiş daha önce babasına.
[caption id="attachment_1281293" align="alignnone" width="880"] Katliamın yaşandığı Pulse adlı kulüp Orlando gece hayatının en popüler duraklarından biriydi.[/caption]
Teröristin gizli bir eşcinsel olduğu, Pulse’a da sık sık gittiği iddiaları ortaya atıldı. Hatta kimi app’lerde profili olduğu da. Time dergisinin haberine göre Pulse’la teröristin evinin mesafesi 2 saat; git-gel dört saat. Evinin yakınındaki bir başka gay kulübe hiç gittiğini gören olmamış. Jack’d isimli app.’in yaratıcıları da henüz teröristin profilini tespit edememişler.
Nefret saldırısı olduğuna şüphe yok, ama başkalarından mı yoksa kendisinden de mi nefretin sonucu henüz bilmiyoruz.
Gay bar, kuşkusuz bir simge. Yıllarca yeraltında, gizli saklı köşelerdeki gay barlar kendi kimliğiyle barışmaya çalışan, kendini bulmak isteyen gençlerin huzur içinde gidebilecekleri, cinsel yöneliminden dolayı yargılanmadan kendileri gibi insanlar arasında kalabilecekleri güvenli mekanlardı. “Benim gibi başkaları da varmış” demek için. Eşcinsel hareketinin New York’taki Stonewall Inn adlı bir barın polis tarafından basılmasının ardından hız kazanması da tesadüf değil.
Belki büyük bir yanılsama içindeydik ve Cumartesi gecesinden sonra gerçeklikle yüzleşmek zorunda kaldık.
Hayat tarzımız, özgürlüğümüz, yaşamımız hiç olmadığı kadar tehdit altında. Öldürülen 49 kişi bu tehdidi davet edecek, kötülüğü üzerlerine çekecek hiçbir şey yapmadı.
Türkiye’de saldırının eşcinsellere yönelik olduğunu bir türlü dile getirmeyen politikacılar Orlando’daki terörün asıl hedefini de kaçırıyor: Yıllarca büyük mücadeleler sonucunda elde ettiğimiz özgürlüklerimiz elimizden alınmak isteniyor ve hiçbir zaman olmadığı kadar kendi kaderimiz başkalarının tehdidi altında.
Ölen 49 kişi arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, akrabalarımız, yakınlarımız ama aynı zamanda hepimizin birer yansımasıydı. Eşcinsel ya da değil, hep birlikte inşa ettiğimiz ve bir şekilde iyi bir yere gittiğini düşündüğümüz bu dünya yıkılmak isteniyor. Ve bana bu savaşı kötü adamlar kazanacakmış gibi geliyor.
Türk siyasetinin Orlando sessizliği
Kaçan büyük fırsat
[caption id="attachment_1281295" align="alignnone" width="880"] Orlando anmalarına keşke Türk siyasetiler de katılsaydı İslam’ın ılımlı yüzünü göstermek için.[/caption]
Sadece birkaç cümle... Hükümetten, ya da Saray’dan Orlando katliamına yönelik ciddi bir kınama mesajı gelseydi ve eşcinsel kelimesini ağızlarına almaktan kaçınmasalardı. Öyle ya da böyle işleyen bir İslam demokrasisi olan Türkiye’yi yönetenlerin giderek yıpranan imajlarını tamir etmek için bundan iyi bir fırsat olabilir miydi?
Ne yazık ki her şeyi Türkiye’den oy alabilecekleri kahvehanede oturan seçmene yönelik tasarlıyor büyük siyaset ustaları. Zannediyorlar ki eşcinsellere yönelik saldırıyı kınasalar tepki toplayacaklar. İçten içe eşcinsellerin hedef olmasına da sevinenler var; paçavra İslamcı gazetelerin manşetlerinde yansıdığı gibi.
Türkiye’deki siyasetçilerin, başta da Erdoğan’ın dünyada imajı ayaklar altında. Uluslararası basın ona bir zamanlar Kaddafi’ye davrandıkları gibi yaklaşıyor; kibarcası ‘olağandışı bir figürmüş’ gibi. Sözleriyle dalga geçiliyor, sürekli olarak en absürt yorumları büyütülüyor. Erdoğan da kadınlara yarım demek gibi demeçleriyle malzeme konusunda hiç sıkıntı vermiyor zaten.
Ancak bu süreçte daha beş-altı sene öncesinde konuşulan Türkiye’nin ılımlı İslam ülkesi, model demokrasi rolü de iyice unutuldu.
Ne olurdu “Eşcinsellere yönelik bu katliamı kınıyoruz” deselerdi. Herhangi bir sansüre gerek duymadan.
Rüzgar öyle bir dönerdi ki... Erdoğan bile şaşırırdı, bir an kendisini demokrat sanırdı. Ama daha da önemlisi bir İslam ülkesinden böyle bir çıkış İslamofobi tartışmalarının seyrini de değiştirirdi. Ama Türk siyasetinin benzini demokrasi ya da özgürlük değil işte.
Osmanlı nostaljisine tepki
Takip edilesi bir sanatçı
[caption id="attachment_1281297" align="alignnone" width="880"] Sarp Kerem Yavuz geçen pazartesi Los Angeles’ta konuşma yaptı.[/caption]
Pazartesi akşamı Los Angeles’taki Soho House’da son yıllarda genç sanatçılar arasında en fazla öne çıkan isimlerden Sarp Kerem Yavuz’un konuşması vardı. Yavuz cinsel kalıp ezberleri fotoğraflarında yerle bir eden, ama sadece bununla sınırlı kalmayıp Doğu-Batı arasında kalmışlığı da işleyen bir sanatçı.
Tesadüfen internette gezerken bir fotoğrafına bayılmış ve sahip olmak istemiştim.
Cem Yılmaz ve Ömer Koç’un da Yavuz’un bazı işlerini koleksiyonlarına kattığını duydum en son.
Fransa’da doğup Türkiye’de büyüyen, daha sonra ABD’ye taşınan bir sanatçı olarak Soho House’da yaptığı konuşmanın başlığı “Baba sorunları ve Ortadoğu Politikası”ydı.
Nitekim konuşmasında ağırlıklı olarak ataerkil bir toplumda büyümenin yarattığı baskılardan, laik Türkiye’nin yok oluşundan ve Türkiye’nin totaliterleşmesinden bahsetti.
Özellikle Chicago’da hazırladığı “Maşallah” serisi ilgi çekiciydi. Fotoğraflar özellikle Türkiye’de son yıllarda Osmanlı İmparatorluğu’na yönelik yaratılan nostalji algısını eleştiriyor; geleneksel Osmanlı desenlerini çıplak erkek bedenlerine yansıtan birden fazla tabuyu yerle bir ediyor.
Amerikalı sanatseverler için de ilgi çekiciydi Sarp Kerem Yavuz’un konuşması ve işleri. Zira, Ortadoğu kökenli pek çok sanatçı kolay yoldan isim yapmak için şarkiyatçı yöntemlere başvuruyor. Doğu’yu Batı’nın istediği gibi onlara yansıtıyor. “Maşallah” ise dünyanın da romantize ettiği bir Osmanlı nostaljisinin tam aksi.
Daha önce Amerikan üniversite sporcularının kendilerini sunuş biçimlerini yeniden yorumladığı “In the Closet” diye bir serisi vardı. Ben de Yavuz’un işlerini bu sayede keşfetmiştim. Bu fotoğraflarda da dışarıdan bir gözün erkeklerin baskın olduğu ortamları nasıl farklı yorumlayabileceğini gösteriyordu.