FBI Gülen’i nasıl enseleyecek?

 

ABD’deki Gülen okulları protestoların da merke- zinde. ABD’deki Gülen okulları protestoların da merkezinde.


Beş sene önce Türk basınının görmezden geldiği bir haber Philadelphia Inquirer gazetesinde yayımlandı. Gazete ilk olarak FBI’ın Cemaat okullarıyla ilgili soruşturma başlattığını duyuruyordu. Bir süre sonra New York Times da geniş kapsamlı bir haberle Cemaat okullarını incelemeye aldı ve haber yayıldı, ama yine de Türkiye’de gereken yankıyı yapmadı.
2011’de soruşturmayı duyuran tek gazeteci bendim; Cemaat o gün kesin olarak kararını verdi benimle ilgili. İşsiz kalmama, susturulmama yol açan süreçte bardağı taşıran son damla FBI soruşturması oldu.
Yazımın yayımlanmasının ardından bir zamanlar her pazartesi medyaya ahlak dersi veren Ekrem Dumanlı çalıştığım gazetenin yöneticilerini aramış, kifayetsiz yayın yönetmeninin kendince dengeleme, idare etme çabalarına karşılık sinkaflı küfürü basıp telefonu suratına kapatmıştı.
Ardından bana “Hem senin, hem bizim iyiliğimiz için bu konulara lütfen girme” diye uyarı kısa mesajla gelmişti.
Cemaat’in gazetecileri keyfi biçimde hapse attığı bir dönemdi, yine de başkalarına kıyasla hareket alanım çok daha genişti bu kirli terör örgütünün pisliklerini deşifre etmek için. Bugün kirli misyonları ayyuka çıkan Emrullah Uslu, Önder Aytaç gibi polis eskilerini detaylı bir şekilde yazabilen, Cemaatçi polislerin ABD’de gördükleri eğitimleri, dönemin YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’la ilişkilerini, hatta futboldaki Cemaat parmağına değinen az sayıda isimden biriydim.
Ama FBI soruşturması bir süre sonra sonlanacak yazı hayatımda bir tür final oldu. Bir süre sonra zaten Cemaat kumpasıyla ve tehdit telefonlarıyla işten kovuldum. Gazeteye yerleştirilen Cemaat’çi muhabir parçaları patronları soruşturmalara dahil etmekle çekinmeden tehdit ettiler!
Bugün ister istemez merak ediyorum: Cemaat yazdığım için işten atıldım, şimdi işimi geri kazanabilecek miyim?
Ergenekon, Balyoz gibi kumpaslarda Cemaat’in rolünün deşifre edilmesi sadece yurtiçinde bir kitleyi ilgilendiriyordu; alıcısı kısıtlıydı. O kitle de kolaylıkla sindirilip, baskı altında tutulabiliyordu.
FBI’ın soruşturmasıyla Cemaat’in kirli yüzü ilk kez ABD’de gündeme gelmişti.
FBI’ın Cemaat okullarıyla ilgili soruşturması kirli yapının para trafiğine dayanıyor. Çocuklarını Cemaat okullarına (bilmeden) yollayan Amerikalı velilerin pek çoğunun Gülen kimdir, Cemaat nedir haberleri bile yok. Ama yapılan işler kafalarında soru işaretleri oluşmasına neden olmuş.
Aniden bir öğretmenin vizesinin bitip ülkeye dönmesi mesela... Matematik ve Fen derslerine Amerikalı hocalar yerine kısıtlı İngilizceleriyle Türk öğretmenlerin atanması, bunlara da daha yüksek maaşlar verilmesi; aradaki fark harekete bağış olarak dönüyor çünkü. Özellikle Penn State’in yakınındaki Gülen okullarında üniversitenin her yıl verdiği yüzlerce mezuna rağmen dışarıdan “öğretmen” ithal edilmesi şüphe uyandırıyor. Dışarıdan getirilen konukların masraflarının okullara yıkılması gibi birçok konu var. Kim bilir, belki de ABD’ye Gülen’in elini öpmeye getirilen gazetecilerin de masraflarını okullara yıktılar!
Veliler ister istemez ayaklandı: Bu yetersiz insanlar kim ve tam olarak ne iş yapıyorlar, neden habire görev yerleri değişiyor ve onları vazgeçilmez kılan nedir?
ABD’nin, Al Capone’u mafyadan değil vergiden tutukladığını, O.J. Simpson’ın cinayetten aklanıp uyduruk bir soygunculuktan 33 yıla mahkum olduğunu hatırlatırım. Yargı, ABD’de bazen dolambaçlı işliyor.
Türkiye, ABD’yle Gülen’in terörist olup olmadığını kanıtlamak yerine bu kirli mekanizmanın ayrıca bir yolsuzluk zinciri olduğunu da vurgulamalı, para trafiğinin kanıtlarını FBI’a iletmeli. Amerikan kamuoyu zaten halihazırda kendi vergilerinin terörist Gülen’i desteklemeye gitme ihtimalinden endişeli.
Terör Cemaati’nin yumuşak karnı okullar ve para trafiği.

Oscar’a tecavüz gölgesi

En iyi film havada kaldı

nate Nate Parker’ın geçmişi Oscar şansını tehlikeye soktu.


 

Geçen kış Sundance tarihinde ilk defa bir film daha gösterilmeden ayakta alkışlandı. Nate Parker, sinema tarihinin en ırkçı filmi “Birth of a Nation”ın adını kendi çektiği filme verdi. Neredeyse tarihi temize çekmek ister gibi...
Parker’in “Birth of a Nation”ı ilk köle ayaklanmasının lideri Nat Turner’ın hikayesi. Sundance’te dağıtımcıları birbirine düşürdü, 17 milyon dolarlık rekor fiyata Fox Searchlight tarafından satın alındı. Aslında Netflix 20 milyon dolara kadar çıkmıştı, ama Parker filmin geleneksel yollardan (önce sinema salonunda) izleyiciye ulaşmasını istediği için üç milyon dolardan feragat etti.
Herkes ama herkes Ocak ayında bir sonraki Oscar’ı hangi filmin alacağından emin gibiydi.
Ta ki...
Sonbaharda Oscar sezonunun açılmasıyla Parker da promosyon söyleşileri vermeye başladı. Film bir ay sonra vizyona girecek. Bu söyleşilerin birinde Parker’ın geçmişindeki bir tecavüz hadisesi gündeme geldi. Penn State’te okurken bir kız arkadaşına tecavüzden suçlanıyor, ancak aklanıyor Parker. Aklanma gerekçesi de daha önceden bir kez daha bu sefer kızın rızasıyla ilişkiye girmeleri... Parker’ın filmi birlikte yazdığı yakın arkadaşı da tecavüzden yargılanıp ceza alan ikinci kişi, ancak karar temyizde bozuluyor.
Bir gazeteci Parker’a bunu sorunca yer yerinden oynadı tabii. Oysa gizli bilgi değildi, bu hadise yönetmenin Wikipedia sayfasında bile yazılıydı. Parker kendini savunmaya çalıştıkça iş daha da büyüdü... Ve son olarak tecavüzle suçlanan kadının 2012’de intihar ettiği ortaya çıktı.
Öncelikle promosyon turu darbe aldı ve stüdyo Nate Parker’ı geri çekti; hiç görünmemesi daha iyi.
Ama büyük umutlarla pazarlanan filmin (üstelik filmin hikayesinin merkezinde de bir tecavüz var) Oscar akıbeti belirsizliğe gömüldü. Geçen sene tek bir siyah oyuncuyu aday göstermeyen Akademi günahlarını “Birth of a Nation”la kapatmayı umuyordu, ama şimdi ne olacak? Ödülün garantili sahibi denemez artık.
Normal şartlarda bugünlerde Oscar yarışı aşağı yukarı belli olurdu ama bu sene en iyi film kategorisini taşıyacak pek filmin de olmadığını konuşuyor Hollywood’daki eleştirmenler. “Oscar filmi” diye tarif edilecek büyük bütçeli, iddialı bir yapımdansa küçük, bağımsız ruhlu filmler vizyona girecek aralık sonuna kadar.
Meryl Streep’in başrolünde olduğu “Florence Foster Jenkins” (kötü, çok kötü bir film) bu boşlukta sıyrılıp kendisine yer bile edinebilir.
Bir-iki tane sır film de var, henüz hiç kimsenin bilmediği, bilse bile konuşma izni olmadığı.
İşin özünde ise şu soru var: Nate Parker’la ilgili tartışma filmi daha ‘uysal’ bir konuda olsaydı bu kadar gündeme gelir miydi? Irkçılık her yerde kendine yaşam buluyor işte.