Panama Belgeleri’ndeki sızıntı büyük şirketlerin vergi oyunlarını ortaya koyuyor. Panama Belgeleri’ndeki sızıntı büyük şirketlerin vergi oyunlarını ortaya koyuyor.


Zenginler hakikaten de sizden bizden farklılar. Sadece daha fazla paraları yok, aynı zamanda bu parayla gelen bir dolu başka meseleleri de var. Panama Belgeleri’nde gördük işte...
Off-shore hesaplarının yasallığı tartışmasız. Kapitalizm çeşitli sebeplerden başka ülkelerde paravan şirket kurulmasına izin veriyor, bu yöntemi seçen Türk şirketlerinin de yaptıkları tamamen kitabına uygun.
Yıllarca Türkiye’nin en zenginlerinin Wilmington, Delaware’e falan kayıtlı ABD bayraklı tekneleriyle Ege’de dolaştığını görmüyor muyuz?
Panama Belgeleri de para kazandıkları ülkeye nasıl daha az vergi veririz diye düşünen ve bunun yolunu bulan zenginlerin teknelerine astıkları yabancı bayrak işte. Peki bir firma ya da şahıs neden off-shore hesaplara ve paravan şirketlere ihtiyaç duyar?
İki nedeni var: Ya parayı gizlemek, ya da hukuki yaptırımlardan kurtulmak için. Ama çoğunlukla off-shore hesapların iş dünyası tarafından kendi ülkelerine daha az vergi vermek için kullanıldığını biliyoruz.
Türkiye off-shore tabiri ve vergi cenneti tabirleriyle ilk kez Uğur Dündar’ın “Arena” programında tanışmıştı. İSKİ skandalının peşini bırakmayan “Arena” ekibinden Aydın Özdalga ta Cayman Adaları’na gidip Halil Bezmen’in off-shore hesabını bulmuştu.
Panama Belgeleri ortaya çıkınca hemen Özdalga’yı aradım.
“Aslında bizim zamanımızda da Cayman Adaları çok popülerdi,” diye anlatmaya başladı. “İsviçre bankalarına giden paralar, Cayman’daki avukatlık büroları üzerinden Cayman’da şirketleşirdi. Bir avukat bürosu kapısında, kibrit kutusu büyüklüğünde 1500 firma adı vardı.
Yasal adres avukatlık bürosuydu. Tam komedi yani...” O günden bugüne Panama Belgeleri’nde gördüğümüz kadarıyla Türk iş dünyası off-shore konusunda iyice uzmanlaşmışlar. Bu yönteme başvurmayan hiç kimse kalmamış gördüğümüz kadarıyla...
Peki tamamı yasal olmakla birlikte off-shore hesapların sızdırılması neden dünyayı sarsıyor, neden ülkelerde iktidarlar devriliyor? Türkiye bu konuya yeteri kadar ilgi göstermiyor, medyada halının altına süpürüyor ama iş o kadar basit değil.
Öncelikle bir siyasetçinin off-shore hesabının olması doğrudan para gizlemesine kanıt olarak yorumlanıyor. Her şeyden önce ahlaki bir problem var. Yeni sermaye ve siyasetçiler herhalde off-shore gibi sofistikasyonları henüz öğrenmediler ve en güvenli yöntemle parayı hâlâ yastık altında saklıyorlar... Zaten evde saklandığını biliyorduk, bu sürpriz olmadı.
İş dünyanın off-shore hesaplarına karşı ise asıl ülkelerin vergi yetkilileri “Getirin defterleri” diye inceleme başlatabilir. Vergi incelemelerinin geçmişte nasıl silah olarak kullanıldığını biliyoruz. Mesela Türkiye’deki olası bir incelemede yetkililer listede adı geçen Remzi Gür ve Ahmet Çalık’ın bir yanlışını bulmayabilir; diğer şirketler ise bu kadar kolay kurtulmayabilir. Sonuçta Türk Hükümeti isterse Panama Belgeleri’nden yola çıkarak soruşturma açabilir.
Ama ondan önce bu liste her şeyden önce para sahiplerini biraz utandırmak, yüzlerini kızartmak açısından önemli. Kendi ülkelerinde vergi şampiyonu olmakla övünen dev firmaların off-shore hesaplarının ortaya çıkmasının ayıplanacak tarafı bu.
Peki ya medya? Vergi kaçıranları, vergi yüzsüzlerini deşifre edip kamunun çıkarlarını savunmakla görevli gazeteciler off-shore hesaplara başvuruyorsa kimi yaptığından dolayı nasıl sorumlu tutabilir bundan böyle?

ABD’nin Erdoğan’ı: TRUMP

Neden Başkan olacak


Siyasette bir liderin yükselmesi toplumun ruh halinden bağımsız değil. Donald Trump hızla Amerika’nın başkanlığına doğru koşarken, giderek insanların kafayı yeme belirtileri daha çok göze çarpıyor.
Geçenlerde American Airlines’a ait bir uçak tam kalkmak üzereyken apronda gerisin geriye döndü ve saatlerce rötar yaptı. Çünkü yolculardan biri yanında oturan adamın defterine karaladığı notların Arapça bir terör planı olduğunu düşünüyordu. Kıvırcık saçlı adamın University of Pennsylvania’da profesör olduğu, defterine de katılacağı konferans öncesi karmaşık matematik formülleri yazdığı ortaya çıktı.
Trump’ı sadece cehalet ve paranoya mı Beyaz Saray’a taşıyacak peki?
Kuşkusuz Müslümanlara yönelik oluşan önyargıların, dünyadaki terör olaylarının gidişata etkisi var ama Donald Trump’ın yükselişinin asıl nedenini en iyi biz Türkler anlarız. 2002’de benzer bir süreçten geçtik çünkü.

Turuncu tenli Trump yeni şeyler söylediği için ilgi çekiyor. Turuncu tenli Trump yeni şeyler söylediği için ilgi çekiyor.


Donald Trump ilgi çekiyor çünkü tam da müesses nizamın (establishment) tam karşıtında yer alan bir aday olarak kendisini pazarlıyor. Washington koridorlarında sisteme teslim olmamış, dışarıdan siyasete yeni bir soluk getirecek, yeni sözler söyleyen, radikal adımlar atabilecek, yeni bir lider olarak parlıyor.
Erdoğan da “Çok değiştim” dediği 2002’de siyasete girdiğinde Ankara tecrübesi olmayan, siyasi hayatı hapis cezasıyla kesintiye uğrayan, dahası sistemin yıprattığı çürümüş merkez-sağ partilere alternatif bir aday olarak sahneye çıkmıştı. Tam da müesses nizamı karşısına alarak yaptı bunu. İkilinin farkı Erdoğan’ın radikal söylemlerini bırakarak güç toplaması, Trump’ın ise aşırı yorumlarla hızla yükselmesi.
Ama çıkarılacak ders ortada: Seçmen bazen yorgun ve bilindik siyasi simalara karşı dünyanın her yerinde yeni sözler söyleyen isimler istiyor. Bu yüzden Trump’ın karşısında Hillary Clinton tam da her anlamıyla müesses nizamı temsil ederken yıpranabilir ve Beyaz Saray’ı turuncu tenli bu adama teslim edebilir. Türkiye’deki muhalefet Trump’ın yükselişinin ardındaki psikolojiyi anlayabilir mi? Sanmıyorum. Anlasalardı 2002’de Erdoğan’ın yükselişini okurlardı. Bir zamanlar müesses nizama karşı çıkan Erdoğan şimdi karşı çıktığı ne varsa ona dönüştü. Bu düzene karşı yeni söz söyleyen bir tek Selahattin Demirtaş çıkmıştı ama yükselişi hem kendi çevresi, hem de iktidar tarafından kesintiye uğradı. Tekrar o rüzgarı yakalayacak mı, bilinmez.

Beyonce aile sırlarını yeni albümde ortalığa döktü. Beyonce aile sırlarını
yeni albümde ortalığa döktü.


Müzik için en iyi sene

Bu yaz neler dinleyeceğiz


I Took a Pill in Ibiza: Aslında geçen sene akustik bir şarkı olarak kaydetmişti Mark Posner, ama Norveçli ikili Seeb tarafından remix’lenip bu sene mart ayında ABD’de yayınlanınca kıyamet koptu. Geçen sene “Cheerleader”in yarattığı etkiyi yaratabilir, tabii eskimediyse.
Coloring Book: Kanye West’in albümlerini dinleyerek büyüyen Chance the Rapper’in üçüncü albümü cuma gününün ilk saatlerinde yayınlandı ve kıyamet koptu. Kanye, albümünün ilk şarkısını Chance’le açmıştı. Chance’in albümü de Kanye’yle açılıyor. Tam bir usta çırak ilişkisi; ortaya çıkan iş ise son yılların en başarılı rap albümlerinden biri.
Sorry: Beyonce’nin “Lemonade” albümü çıktığından beri bu albüm hakkında konuşmayan kimse kalmadı herhalde. Eleştirmenler Beyonce’nin politik albümünün en iyi müzikal işi olmadığını söylüyor, ama milyonlarca insanı dinlemekten alı koymuyor çıkan yazılar. Jay Z’nin onu aldattığı “güzel saçlı Becky”nin kim olduğu ortaya çıkana kadar albümün etkisi de bitmeyecek herhalde.
One Dance: Şu anda müzik dünyasının tepesinde oturan biri varsa “Views” albümünün kapağında bir kulenin tepesinden Toronto’yu izleyen Drake’den başkası değil. Beklenti o kadar yüksekti ki, tam karşılanmadığı söyleniyor. Ama albümdeki “One Dance” herhalde yapılan iyi parti şarkılarından biri. Bir partinin başında, ortasında, sonunda çalmaya, defalarca çalmaya ve dans etmeye uygun. En son böyle bir şarkıyı yine Drake yapmıştı, “Hotline Bling” ile. Yılın şarkısına adayım “One Dance.”

Drake dünyanın zirvesinden manzaraya bakıyor. Drake dünyanın zirvesinden manzaraya bakıyor.


Daha bitmedi: Radiohead yeni albümle döndü ve şimdiden başyapıt ilan edildi. Red Hot Chili Peppers da yeni albümle geliyor ve ilk duyduğumuz şarkı eski günlerini hiç aratmıyor... Ama bu albümleri yorumlamayı Ertuğrul Özkök’e bırakıyorum. Çünkü ben bütün diğer 20’li yaşlarındaki gençler gibi artık rock dinlemiyorum!

Propaganda tam gaz

İşte yandaş medyanın belgesi


Son yıllarda okuduğum en büyük gazetecilik işlerinden biri geçen hafta New York Times Magazine’de yayınlanan Ben Rhodes röportajı. Başkan Obama’nın metin yazarlarından olan Rhodes’un görevi sadece bununla sınırlı değil; eski bir kurgu yazarı olan Rhodes aynı zamanda Beyaz Saray’ın dilini de belirliyor. Obama’nın politikalarını kamuoyuna satmak da Rhodes’un görevi.
Peki bu iş nasıl oluyor dersiniz?

Danışman Ben Rhodes ve Başkan Obama hemen her dakika irtibat halindeler. Danışman Ben Rhodes ve Başkan Obama hemen her dakika irtibat halindeler.


Times Magazine’deki uzun yazının bir bölümü tam da bunu anlatıyor. Yer ABD, başkan da Obama olduğu için işlerin bizdekinden daha farklı yürüdüğünü sanmayın. Bizde bir AK Troll tartışması var ya...
ABD’de de Ben Rhodes ve ekibi mesajın duyurulması için hemen Beyaz Saray’ın seçtiği gazetecilere özel bilgi hizmeti sunuyormuş. Önce Twitter’da bu gazeteciler Başkan’ın mesajını bire bir, bazen aynı kelimelerle yayıyor, ertesi gün de çalıştıkları kurumlarda makale ve haberlerle mesajı pazarlamaya devam ediyorlar. İran’la yapılan nükleer anlaşma bu sayede kamuoyuna duyurulmuş mesela...
Yazıyı yazan gazeteci “Birkaç isim biliyorum” diyor, ama Beyaz Saray’ın papağanları listesini açıklamıyor. Ama yine de The Atlantic ve Al-Monitor’den yazarların (Jeffrey Goldeber ve Laura Rozen) Beyaz Saray’ın politikalarını kamuoyuna duyurmakla görevli gazeteciler olarak bilindiğini öğreniyoruz. Al-Monitor özellikle ilginç, çünkü Türkiye’den de tanıdığımız (Mustafa Akyol ve Cengiz Çandar) gibi pek çok isim bu siteye yazıyor.
Aslında operasyon tam da Herman ve Chomsky’nin “Propaganda Modeli”nde anlattıkları beş aşamadan birinin bire bir karşılığı: Yetkililer medyayı ne yazacakları konusunda besliyorlar ve asla ama asla medya bu çizginin dışına çıkmıyor. Halkın rızası, yani ikna edilişi de bu sayede ‘imal edilmiş’ oluyor.

İletişim: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @orayegin.