Dün “eğitimin uluslararası” karnesi olan PISA sınavlarının sonuçları açıklandı. Türkiye, 12 yıl öncesindeki seviyesinin bile altında çıktı, 70 ülke arasında 52. sıradayız. Eğitim geriye gitmiş yani memlekette.
Ne demek bu, anlatayım.
PISA,  Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü OECD’ye üye 70 ülkenin, 15 yaş grubu çocukları için uyguladığı bir sınav.
Tüm ülkelerden 540 bin öğrenci katıldı 2015 yılı sınavlarına.
Fen, matematik ve kendi anadillerinde okuduğunu anlama becerileri soruluyor çocuklara.
Türkiye’nin sonuçlarına göre; fende ve matematikte analiz yeteneği olmayan, okuduğunu bile anlayamayan çocuklar yetiştiriyoruz…
En büyük sorun ise, Türk öğrencilerin “bilgiyi analiz yapmak için kullanamaması, yorum isteyen sorularda akıl yürütememesi…”

* * *

“Neden ?” diye başlayan sorulara yanıt verememiş bizim çocuklar.
İşte başımıza ne geliyorsa bundan geliyor !
Neden – sonuç ilişkisi kuramıyoruz, kendi aklımızı “bir lidere, bir patrona, bir babaya” emanet ediyoruz, karar alamıyoruz, cesur olamıyoruz, sorun çözemiyoruz…
Ve bu yüzden de işsiz kalacağız !
Her geçen yıl daha da çok.

* * *

Çünkü yeni dünya “düşünen, tartışan, fark yaratan, cesur ve çözüm odaklı” insanlarla kuruluyor.
Bugünün Türkiye’si ise İmam Hatipleşen, düşünceye alerjisi olan, bir siyasi fanatizme yaslanıp iş bulmaya uğraşan sıradan insanlarla dolu.
Okuduğunu bile anlamayan bir nesil mi Türkiye’yi ileri taşıyacak ?
Üstelik bu neslin rekabet etmesi gereken sadece dünyadaki nitelikli yaşıtları değil, her geçen gün biraz daha gelişen yapay zeka teknolojileri.

* * *

Çok uzak olmayan bir gelecekte dünyada bir çok işi makinalar yapacak.
Şimdiden başladı bile, uçak biletlerinizi makinalar veriyor, güvenlik kontrolünde çipli pasaportunuzla kendiniz geçiyorsunuz, Amerika’da ve Avrupa’da tüm marketlerde kasada kendiniz ödeme yapıyorsunuz.
Paranızı makinadan çekiyor, faturaları yine makinaya ödüyorsunuz. Mağazalarda satış elemanı neredeyse yok, etiketi cep telefonunuza tutup tüm stok bilgisini görebiliyorsunuz.
Eskiden İstanbul’da köprü geçişlerinde “gişe memurları” vardı, kim hatırlıyor bugün onları ?
Siz de unutulacaksınız.
Çocuklarınız da.
Türkiye’nin önündeki en büyük tehlike işte bu.
Ne rejim, ne dolar…
14 yıldır süren bu karanlık dönem bitip, bir enkazla baş başa kaldığımızda, hangi insan kaynağı ile ülkeyi ayağa kaldırıp, kaybettiğimiz yılları telafi edeceğiz ?
3 milyon mülteci “ne iş olsa yaparım” diye sokaklarımızda çaresizce dolaşırken, bizim gençlerimiz ne iş yapacak ?
Bu aynı zamanda Türkiye’nin karşı karşıya kalacağı en büyük güvenlik tehditi.
O gençleri en fanatik gruplara, en vahşi fikirlerle kapılmaktan nasıl koruyacağız ?

* * *

Eğitim ve demokrasi Türkiye’nin tek çıkış yoludur.
Bugün değilse, yarın demokrasi gelecek.
Çünkü hayat hep ileri gider, zamanı gelmiş hiçbir fikre engel olunamaz.
Ama eğitim ancak emek verirsen olur.
Düşünmeyen, okumayan, okuduğunu anlamayan, sorgulamayan, kriz çözemeyen, karar alamayan, korkak bir nesil hem kendisi aç kalır, hem de Türkiye’yi batırır !
Bu iş yatılı Kuran Kurslarıyla, sıbyan mektepleriyle, Maarif Vakfıyla filan düzelmez.
Bu toplumun kendisine en kutsal saydığı iki metnin gereğini yapmasıyla düzelir : ne diyor Kutsal Kitap, “oku”, Milli Marşın ne diyor peki “korkma”.
Tek çare de bu;  Oku ve Korkma !

Su testisi meğerse su yolunda kırılmamış….


Türk yazılı basın tarihinin en iğrenç yazılarından biriydi şüphesiz, Hıncal Uluç’un Defne Joy Foster’in trajik ölümü üzerine yazdığı yazı.
Hıncal Uluç, Kerem Altan’ın evinde “şüpheli biçimde” hayatını kaybeden Defne Joy Foster ile ilgili böyle yazmıştı : “o saatte evli ve çocuk sahibi kadının o evde ne işi varmış da, hiç üzülmemiş de, su testisi su yolundaymış da….”
Bir sürü rezil laf işte.
Ne tuhaftır ki “laik mahalle ile muhafazakar mahalle”nin bu kadın meselesinde yolları sık sık kesişir.
Tıpkı ahlaklı görünümlü dinciler gibi, modern görünümlü erkekler de “kadının nasıl yaşaması gerektiği konusunda” benzer fikirlere sahiptirler.
Ama meğer “olayın aslı” öyle değilmiş !
Konuyu takip edenler hatırlayacaktır, Defne’nin evinde bulunduğu Kerem Altan o aralar gözaltına alınmış, sonra hızlıca serbest kalmıştı.
Ve ortadan kayboldu. Yıllar var sesi soluğu çıkmıyor.
Biliyorsunuz, Ahmet Altan’ın oğlu kendisi, Taraf’ta yazıyordu.
Bu kayboluşla dosya da unutulmuştu. Meğer unutulmamış. Dosya yeniden açıldı.
FETÖ’nün bir ilişkisi olup olmadığı araştırılacak şimdi dosyada. Kimbilir belki böylece “saklananlar” da ortaya çıkar.
Kimin testi kimin su yolu olduğu da anlaşılır.

Bak Kızım;


Bir yolun yoksa, bir yolculuğun da olmaz. Yolunu seç…