Bu bayram değişiklik olsun diye, güzel ülkemi dertleriyle tasalarıyla ve kesilen hayvanlarıyla bırakıp Londra’ya gittim.
İlk önce uçak maceramdan bahsedeyim; tam bir eziyetti.
İki çocuğum olmasına rağmen benim gibi rahatsız olanlar için çocuksuz uçuş seferleri olsa hiç de fena olmaz diye düşündüm.
Tamam bebekler ağlıyor ve yapılabilecek bir şey yok. Hatta bebeği ağlayan aileleri görünce üzülüyorum, çok zorda kalıyorlar.
Ama diğer çocuklar!...
Birileri bu anne babalara ‘’Hayır, yapma! Başkalarını rahatsız etmemeliyiz’’ demeyi öğretmeli! Bazıları sırf çocukları var diye etraflarındakileri rahatsız etme hakları olduğunu zannediyorlar. Zavallı çocuklar da onların yüzünden antipatik görünüyorlar.
Uçakta bağırarak konuşmalar, devamlı koltuklar arası gidip gelmeler. İstediği yapılmayan çocukların çığlıkları. Koltuklarda bir düzgün oturamamak.
Valla yol boyunca koltuğum devamlı arkadaki çocuk tarafından itilip çekiştirildi, tekmelendi ve annesi bunları bir marifetmiş gibi gülümseyerek seyretti. Bir türlü ‘’Yapma, otur’’ demedi. Benim dönüp ‘’Tatlım, yapma lütfen’’ gibi yapmacık uyarılarımı da hiç dikkate almadı.
Bu çocukların son derece şımarık olup dünyayı sadece kendi etraflarında dönüyor zannetmeleri doğal.
Sorun anne babalarda!
Çünkü onlar çocuklarını böyle yetiştiriyor. Kendilerinin etrafa saygıları yok ki çocuklarına öğretsinler.

* * *

Neyse, biraz stresli ve rahatsız bir yolculuk sonrası Londra’ya vardım.
Hava da süperdi. Bol bol yürüdüm. Etrafta pek İngiliz göremedim dersem yalan olmaz. Londra artık yabancıların şehri olmuş. Ama yine de sistem iyi işliyor. İnsanlar birbirine saygılı.
Her şey için sıraya giriyorlar. Kimse önünüze geçmek için sizi itip kakmıyor. Büyük bir şehir olmasına rağmen hemen her semte yakın bir park var. Bolca yeşillik görüyorsunuz.
Evcil hayvanını dolaştıran herkesin elinde poşeti var. Kimse hayvanının dışkısını ortada bırakmıyor. Poşetle alıp çöpe atıyor.
Problem yok mu? Var tabii. İnsanoğlunun olduğu her yerde problem olması kaçınılmaz.
Mesela trafik kötü. Hep yoğun. İstanbul’la yarışamasa da ‘Of’ dedirtiyor. Ama yine de devamlı her şeye korna çalan sürücüler yok. Araçlarda birbirlerine el sallayarak kürür edeni varsa da ben görmedim.

Ah güzel İstanbul...

Ama ne kadar medeni, ne kadar güzel olursa olsun tabii ki bir İstanbul Boğazı’nın havası hiçbir yerde yok.
Doğasıyla, tarihiyle, kendine özgü mistik havasıyla İstanbul bambaşka. Onu çirkinleştirmek için yapılan onca müdahaleye, onca yağmalamaya, dikilen çirkin binalara rağmen güzelliğiyle direniyor.
Maalesef eğitimsiz bir millet olduğumuzdan tarihin, tarihi mekanların ve sanatın değerini yeterince kavrayamıyoruz.
Dolayısıyla ortaya estetik anlayışı gelişmemiş bir toplum çıkıyor. Güzel İstanbul’umuza yapılan kıyımların önemini yeterince kavrayamıyoruz ve tepkisiz kalıyoruz. Keşke güzel tarihi mekanlara ve binalara sahip çıkabilsek. Şehrimizi olduğu gibi tarihiyle, doğal güzellikleriyle muhafaza edebilsek.