2

Dünkü SÖZCÜ’nün ikinci sayfasındaydı karşılaştırmalı iki fotoğraf. ‘Yassıada Yasta!’ diye başlık atmış sayfanın editörü. İki fotoğraftan biri 2015, diğeri ise 2016 yılından...
İki fotoğraf arasında dağlar var. Aslında dağlar değil de ağaçların eksikliği var. Bu ülkenin demokrasi tarihinin en kara sayfalarından birine tanık olmuş Yassıada…
Ve 2005 yılında hâlâ zaman durmuş gibi denizde süzülüp duruyordu.
Ama aklı fikri rantta, turistik tesiste, betonda olanlar bir icat çıkardılar.
Biz karşı çıktığımızda da, “Ağaçlar kesilmeyecek ve ada ruhunu kaybetmeyecek” dediler.
Çaresiz sustuk çünkü artık bizim lafımızın bir anlamı yok.
Şimdi ise adanın hali çok korkunç.
Adnan Menderes ve arkadaşlarının son günlerini geçirdiği, o korkunç mahkemenin düzenlendiği utanç adası daha da büyük bir utanç kaynağı dolmuş.
İki tane kocaman yüzme havuzu görünüyor fotoğraflarda.
Beş yıldızlı otel ve restoranlar var.
Bunun mantığını bir türlü anlayamıyorum. Çok mu lazımdı o adaya beton dökmek?
El sürmeden çocuklarımıza bırakıp, bizden sonraki nesiller darbenin ne zalim bir şey olduğunu anlasın diye utanç müzesi yapacağımız yeri neden eğlence adasına çeviriyoruz?
Hadi bu projeden ve tarih bilincinden geçtim, muhtemelen anıt sayılan ağaçları niye katlediyorsunuz?
İşte dünkü Bozcaada yazımdaki kaygım işte tam da bu...
Beton aşkı dur durak dinlemiyor. Arazi küçükmüş, insanlar için önemliymiş, tarihi ve doğal değeri varmış; bazıları oralı bile değiller.
Basıyor betonu büyük bir zevkle.
Ama yine de şunu merak etmeden duramıyorum; Menderes, Zorlu, Polatkan ve arkadaşlarının bir cunta rezilliği yüzünden hayatlarının en zor günlerini geçirdikleri yerde insanlar nasıl keyif yapacaklar?
Bunu nasıl içlerine sindirecekler?

Demet Akbağ ile işte hayatımız...

İstanbul Komedi Festivali önceki akşam Demet Akbağ’ın söyleşisiyle başladı. Demet Akbağ bizi, Cem Davran moderatörlüğünde kariyerini anlatan bir tura çıkardı.
Aslında anlattığı bizim hayatlarımızdı.
Önce tek kanallı günlerden iki kanallı hayata geçerken yaşadıklarımız ama en çok da ‘Bir Demet Tiyatro’ ile başlayan gençlik dönemlerimiz, sonrasında ise neredeyse hayatımın tüm farklı dönemlerini bana hatırlatan bir başka BKM işi.
Bütün bu işlerde de Demet Akbağ’ın katkısı yadsınamaz. Tabii ki Yılmaz Erdoğan’ın dehası ve çok büyük kalabalıklarda karşılık bulan komedi yeteneğinin de büyük payı var bu işlerin başarısında ama bu bir takım işiyse, Demet Akbağ bu takımın iki as oyuncusundan biri.
Benim açımdan bu biraz da buruk bir karşılaşmaydı. Demet Akbağ’ın sahneye ilk çıktığı an yaşadığı ve gözlerinde gördüğümüz özlem duygusu tatsızdı. Tam 12 yıl sonra ilk kez çıkmış BKM’nin tiyatro sahnesine. Ve o ne kadar özlem doluysa seyirci de o kadar özlemişti Akbağ’ı…
Yılmaz Erdoğan metinleriyle hayat bulmasına alıştığımız tiyatro oyunculuğu, Yılmaz sinema sevdasına yönelince öksüz kalmıştı.
Bilemiyorum hâlâ bir oluru var mı ama ikisini yeniden bir Yılmaz Erdoğan oyununda görmeyi çok isterim. Tabi ki son on iki yılda benim de kendi adıma tiyatro zevkim çok değişti. Ama o çok sevdiğim dille yeniden doksanlı yıllara dönme fikri çok iyi geliyor.
Yine de Demet Akbağ’ın tiyatro ve sinema kariyerine ilk elden tanık olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. İyi ki varlar ve iyi ki bize hayatımızın o en güzel günlerinde gülümseterek eşlik etmişler. Umarım son bir kez daha bize bu keyfi yaşatırlar.