Sinirlerim harap oldu.
İçimdeki fırtına dinmiyor.
Sebepli sebepsiz yanaklarımın ıslanmasına engel olamıyorum.
Evet. Beşiktaş’taki katliamın etkisinden kurtulamıyorum.
Gençlerin fotoğrafı gözümün önünden bir türlü gitmiyor.
Kimi dalkavuk siyasetçilerin her konuşması tiksintime yol açıyor.
Kimseyi affedemiyorum. Mesela...
İçişleri Bakanlığı’nda tarikatlar arasında FETÖ’den boşalan kadroları kapma yarışı hâlâ olanca hızıyla devam ediyor mu? Hâlâ “ruhani çevrelerine” makam/koltuk kapmakla mı meşguller?
Bu ülkede kötülüğün, ihanete yaslandığı hâlâ görülmüyor mu?
Yıllarca FETÖ’ye göz yumanlar hâlâ hiç ders çıkarmayacak mı?
Görmüyorlar mı; canlı bombalar “alnı secdeye değen-değmeyen” ayrımı yapmıyor
Gençlerimiz/geleceğimiz yok ediliyor.
Kime anlatıyoruz ki...
Hâlâ pervasızca kadro peşindeler.
Hâlâ pervasızca para peşindeler.
Ve hâlâ pervasızca bizlerle hesap peşindeler.
Sahi, usanmadınız mı?
Sahi, hiç içiniz yanmıyor mu?
Canımı; başarısız güvenlik politikaları değil, sinsiliğin kılıfında saklanan bu umursamazlık ve bitmek bilmez kinleri yakıyor.
Yetmezmiş gibi dünyevi hayata esir düşenler hâlâ hamaset nu tukları atıyor. Oysa. Felaketin en korkunç şekli; trajedi ile gülünçlüğün iç içe olmasıdır. Düştükleri durumu görmüyorlar, anlamıyorlar.
İnatla sadece laf ebeliği yapıyorlar.
İnatla kan üzerinden siyaset yapıyorlar.
İnatla duygu sömürüsüne devam ediyorlar.
İnatla kırgın, yorgun ve savunmasız insanları hedef gösteriyorlar.
Sosyal medyadaki kişilikleri şüpheliler, ruhsal açlıklarını bu kez kana bulanmış düşmanlıkla gidermek istiyor.
Demek... Polisinden öğrencisinden gencecik çocuklarımızın kanları yetmedi!
Hırsına yenilmişleri kim doyurabilir ki?..
Tarihten bilinir ki, günü gelince aç kalıp tasmalarını elinde tutan sahiplerini de yiyecekler. Tıpkı, Joseph Fouche’un Napolyon’u yediği gibi!

Polis sorumlusu


Joseph Fouche (1759-1820)...
1790’da Fransız Devrimi’yle siyasete girdi. Sürgüne gönderildiği 1820 yılına kadar siyasetin hep merkezinde yer aldı.
Hep içişlerinden/polis örgütünden sorumlu oldu.
Onu Stefan Zweig şöyle tanımlıyor:
“İktidar ve güç uğruna hiçbir şeyden çekinmeyen; ona ulaşabilmek ve onu elinde tutabilmek için her şeyi göze alan; geçmişte de günümüzde de canlı örneklerine rastladığımız herhangi bir politikacıdan farkı yoktu aslında!”
Zweig; “karaktersizlik konusunda olağanüstü inatçı biri” olarak tanımladığı Joseph Fouche için neler demedi ki:
- Her türlü etik ilkeden yoksun.
- Değişen ideolojilere karşı aynı hızla uyum gösterdi.
- İktidar zevkini hep maskeledi.
- Çıkar ve amaçlarını her şeyin üstünde tutan; bu uğurda önündeki her şeyi ve herkesi ezip geçen; sevgi, dostluk, vefa, minnet duygularından yoksun; kendini sadece kendini düşünen biri.
- Ustalığı; yüksek sesle nutuk atmak değildi; başkalarının arkasına saklanmaktı.
- Tek sadık olduğu; çoğunluğu temsil eden güçlü taraftı!
- Hep kazananların yanında durdu! Şimşek hızıyla hep dönüp durması bundandı.
Aslında... Kim tanımlanıyor, çevrenize bir bakın!
Napolyon sürgündeki Elbe Adası’nda şöyle dedi:
“Tek bir gerçek hain tanıdım, Joseph Fouche!”

Asıl sorumlu


Japonların 1943’te bulduğu kalite analiz metodu var: “Ishikawa Diagram.”
Batı’da genelde “Fishbone Diagram” (Balık kılçığı diyagramı) diye bilinir.
Bu yöntem hatanın kökünü bulmakta kullanılır.
Beşiktaş katliamına uyguladığınızda ortaya çıkan problemlerden biri nedir:
Yetkin olmayan insan faktörü!
Buna bir örnek vereyim:
İşletme mezunuydu...
Borsacıydı...
Ve...
Üç yıl öncesine kadar hep kaybetmiş bir politikacıydı.
Üç yıl öncesine kadar sigorta şirketi sahibiydi.
Üç yıl öncesine kadar ticari ilişkileri Meclis’e taşınmış biriydi.
DYP-DP saflarında iken, “rantın babasını getirdi” dediği Erdoğan’ın davetiyle AKP’ye katıldı.
Milletvekili oldu.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı oldu.
FETÖ darbesini önlemek için belinde silahıyla TRT binasına girme cesareti gösterdiği için İçişleri Bakanı yapıldı!
Evet, Süleyman Soylu’dan bahsediyorum...
Terörle boğuşan Türkiye’nin içişleri bakanı bugün bir sigorta işletmecisi!
Diyorsunuz ki...
Canlı bomba olduğu bilinen teröristin üstüne polisler neden koşuyor? Niye uzaktan etkisiz hale getirmediler?
Diyorsunuz ki...
Ülkenin dört köşesindeki karakolların önünde önleyici güvenlik barikatları varken, -sadece bu yıl dört büyük canlı bomba saldırısının olduğu İstanbul’da- polisleri yol kenarına kim, niye dizdi?
Diyorsunuz ki...
PKK vahşeti cellat bir ahtapot gibi ülkeyi sarmalarken, Türkiye’nin İçişleri Bakanlığı’na neden deneyimsiz/tecrübesiz biri getirildi? Çünkü...
Türkiye’yi; kendi doğruluğuna hayran ve kendi katı sertliğinden büyülenmiş bir “Napolyon” yönetiyor!
Kimse cesaret bulup, “Teröre karşı yoğun mücadele verilirken, güvenlik konusunda bilgisiz; emniyet-asker kadrolarını ve hele devleti hiç tanımayan Süleyman Soylu gibi tecrübesiz biri içişleri bakanı olur mu” diye itiraz etmiyor/edemiyor!
Evet. Süleyman Soylu; ardı ardına felaketlerin yaşandığı, güvenliğin en hassas olduğu bu karanlık dönemde, hangi özellikleri nedeniyle içişleri bakanlığı koltuğuna oturtuldu?
Cesur AKP’lilere soruyorum:
Boğazımızdaki balık kılçığının asıl sorumlusu kim?..