Başlığı şundan koydum...
Erdoğan Rize’de şöyle dedi.
“Kültür ihtilaline, kültür devrimine şiddetle ihtiyacımız var.”
Allah!.. Allah!..
“Kültür Devrimi” denilince “Bizim Mahalle”nin aklına, Mao’nun 1966’da Çin’de yaptığı kültür devrimi gelir!
Mao, Sovyetler Birliği’ndeki sosyalizmin amacından saptığını görerek, ülkesinin aynı yolu izlememesi için bürokratik kadrolarda büyük değişim yaptı. Bu dönemde bütün okullar ve üniversiteler de radikal bir şekilde yeniden organize edildi.
Demek Erdoğan Mao’nun yolundan yürüyor! İşi sulandırmayayım.
Dört gün önce...
Yeni bir Kanun Hükmünde Kararname ile üniversitelerde rektör seçimi kaldırıldı. Bu kararnamenin gerekçesi şuydu; “Rektör seçimi üniversitelerde gruplaşmaları, hizipleşmeleri ve kırgınlıkları artırıyor!”
Rektörleri; “Kültür devrimine” ihtiyaç duyan Cumhurbaşkanı Erdoğan atayacaktı! Peki...
Başkanlık sistemine geçildiğinde “Başkan seçimi” ülkede aynı olumsuz siyasal atmosfere sebep olmaz mı?
Gel de manken Aysun Kayacı’yı anımsama! Ne demişti:
“Dağdaki çobanla benim oyum eşit olamaz!”
Şimdi anlıyoruz ki; meğer dağdaki çobanla profesörün oyu eşit değilmiş!
Çoban “Başkan babasını” seçebiliyor. Ancak... Profesör rektörünü seçmeyi beceremiyor! Öğrenmiş olduk...
Türkçe’de güzel bir deyim var: Kendine yontma.
Neyse. Konuyu dağıtmayayım, şuraya gelmek istiyorum...

Atatürk’ün daveti


Erdoğan bu konuya ne zaman kafa yordu bilmem. Fakat.
“Bizim Mahalle” bu konuyu hep tartıştı. (Büyük devrimci Attila İlhan’ın ruhu şad olsun.) Konu...
200 yıllık bir tartışma: Eğitim!
Robert Owen (1771-1851) ilk ütopik sosyalistlerdendi.
Fabrikasındaki (bunun 500’ü çocuk) 2000 işçiyi hem çalıştırdı; hem de eğitimden geçirdi.
Marks, özellikle Owen’ın düşünce ve uygulamalarını başarılı buldu:
“Owen’da görülebileceği gibi, geleceğin eğitim tohumları fabrika içinde atıldı. Bu metot yalnızca üretimi arttırmaya yönelik olarak kalmayacak; aynı zamanda bütün yönleri ile gelişmiş insanları yaratmanın tek yolu olacaktır.”
Bu eğitim modelinin adı; “politeknik eğitim” idi. Neydi bu?
Eğitim sadece, zihinsel ve bedensel gelişimle olmazdı; çocuklar basit aletlerle pratik yaparak üretime katılmalıydı. Yani...
Bizim Köy Enstitüleri modeli!
Konu nereden nereye geliyor...
John Dewey (1859-1952) adını duydunuz mu?
ABD’li filozof ve eğitim kuramcısıydı. Ona göre...
Okul; öğretmen ve öğrenciden oluşan ve yapay bir öğrenmeye odaklanmış yer olmamalıydı.
Öğrenme, ancak ve ancak yaparak ve yaşayarak öğrenilirdi. Yani...
Eğitim; hayata hazırlık değil, hayatın ta kendisiydi. Örneğin...
Okullar demokrasinin yaşanmasına ve yaşatılmasına ön ayak olmalıydı. Birey önce okulda toplumsallığı yaşamalıydı ki; daha sonra içerisine gireceği topluma uyum sağlasın.
Evet... Eğitimde başarının ilk basamağını insanın özgürlüğünde gören John Dewey, liberal bir filozof’tu; ama eğitim konusunda Marks’la aynı görüşteydi! Zaten Marks’ın eğitimle ilgili düşüncelerinden yararlandığını hiç inkar etmedi.
Ve...
Yıl 1924...
Atatürk, John Dewey’i Türkiye’ye davet etti...

Şanslıyız ki...


John Dewey, Türkiye’de kaldığı iki ay süresince İstanbul, Ankara, Bursa, İzmir gibi kentlerdeki okulları gezip rapor hazırladı.
Tanin Gazetesi’ne 26 Ağustos 1924’te verdiği röportajda düşüncelerini şöyle açıkladı:
“Çocukların yalnız hafızalarına yüklenmemelidir. El işlerine önem verilmeli, köy hayatı ile irtibat kurulmalıdır. Örneğin, buğday yetiştiren bir çevrede teoride tohum ve türleri gösterilerek, toprağın, havanın, iklimin hayat durumu üzerindeki etkisi öğretilerek, ziraat, alet edevat yine aynı surette ameli olarak gösterilmelidir.”
Köy Enstitüleri nasıl doğdu sanıyorsunuz?
Bugün ise...
Erdoğan’ın “kültür devriminden” anladığı; imam hatipler, proje okullar veya rektör ataması gibi biçimsel değişiklikler.
Erdoğan bunlarla öğrenciyi/insanı dönüştüreceğini sanıyor. (Demek, askeri lise ve harp okulunda binlerce saat “Atatürkçü müfredat” ile yetişen subayın, nasıl FETÖ’cü olduğunu kavrayamamış hâlâ!)
Bakınız...
Köy Enstitüleri’ni yıkanların hatasını Erdoğan da tekrarlıyor:
Salt zihni kuşatan müfredatla insan dönüşmez.
Hiçbir ülke, zihne yüklenen bilgiyle kalkınmaz, ilerlemez.
“Ne kadar öğretmen-ne kadar okul varsa ülke ekonomisi o kadar iyi olur” sözü, boş bir laf’tır.
Bugün Türkiye’de imam hatip ve ardından ilahiyatı bitiren kişi, piyasada hangi ahlaki temelle hareket ediyor? Yanıtı hepiniz biliyorsunuz; çünkü görüyoruz.
Yani: Müfredatla ahlaklı Müslüman yaratamazsınız.
Yani: Müfredatla ülkeyi geliştirip kalkındıramazsınız.
Suudi Arabistan ve benzerleri buna örnektir.
Eğer bir ülkede demokrasi yoksa...
Eğer bir ülkede özgürlük yoksa...
Eğer bir ülkede adalet yoksa...
O ülkede eğitim de yoktur. Bunlar eşanlamlıdır.
Demokratikleşme okulda başlar.
Oysa... Erdoğan, üniversitelerin rektör seçimi bile yapamadığını düşünüyor!
Bundan sonra artık ilk okullarda sınıf başkanlarını bile müdür seçer!
Ben ise eğitim konusunda neler yazıyorum:
Yok Owen, yok Marks, yok Dewel, yok Atatürk...
Şanslıyız ki; her şeyi bilen bir cumhurbaşkanımız var!..