“...Geçenlerde, bir bakanlıktan ihale alan bir firma sahibiyle konuşuyordum.
‘Artık ihalelerde para istenmiyor!’ deyince ‘Ne güzel! Yani rüşvet alınmıyor mu?’ diye sordum.
Güldü. ‘Keşke öyle olsa’ dedi!
Anlattığına bakılırsa rüşvetin adı değişmiş!
Rüşvetin yeni adı ‘Umre’ olmuş!
İhale komisyonundakiler, kayırmayla kazanan firmanın temsilcisine ‘Artık bizi umreye götürürsünüz!’ diyorlarmış.
‘Peki götürüyor musunuz?’ diye sordum.
‘Götürmeyelim de ne yapalım? Başka türlü iş alamayız ki!’ dedi.
Önce umreye gidiliyor, oradan da bir haftalığına Uzakdoğu’ya uçuluyormuş!
Tayland’ın başkenti Bangkok tercih edilen kentmiş!”
(23 Şubat 2013 tarihli yazımdan)

*  *  *

Peki sıra ihaleyle alınan işi yapmaya gelince neler oluyor?
Onu da devlet hastanesinde çalışan bir cerrahtan dinleyelim:
“Hastanelerdeki ameliyat malzemelerinin çoğu Çin malı!.. Bir örnekle anlatayım: Kapalı böbrek ameliyatı yaparken dakikada 600 cc kan geçen damarı, bir klipsle kapatmamız gerekiyor. Hayati önem taşıyan bu malzeme sürekli Çin’den alınıyor ve son derece kalitesiz. Bu nedenle kullanımı çok riskli!..
Şikayetler üzerine bazı uyanıklar Avrupa’da firma kurup, sanki AB ürünüymüş gibi yine Çin malı getiriyorlar! Kapalı ameliyatlarda kullandığımız görüntüleme cihazları da en adilerinden alınıyor!.. Durun daha bitmedi, sonda eldiven ve iplik gibi sarf malzemeleri de genellikle Çin’den ithal edildiği için, kalite hak getire!.. Bu koşullarda bazı tek seferlik malzemeleri, steril ettikten sonra birçok kez kullanmak zorunda kalıyoruz!...”
“Tahmin edeceğiniz gibi, sürekli ameliyat yapması gereken cerrahlar, taşınamayacak kadar ağır stres altındalar. O nedenle bazıları çözümü zor, zahmetli hastalıkların tedavisinden ve cerrahi müdahaleden kaçınıyorlar! Böyle bir hastayla karşılaşan doktorun ilk düşündüğü şey ‘Ben bu hastadan, ona zarar vermeden nasıl kurtulurum’ oluyor!..

*  *  *

Tüm hekimler aşırı baskı altındayız. Bakanlığın yaptırımları, iş yoğunluğu ve stresten kaynaklanan hekim hatalarına karşı açılan davalar, gün geliyor bizi canımızdan bezdiriyor. Onca güçlükle boğuşmanın maddi karşılığı ise, muayenede hasta başına 25 kuruş, ameliyatlarda ise ortalama 15 TL!.. Böbrek tümörü çıkarmak gibi olağanüstü riskli ve stresli ameliyatın cerraha getirisi ise sadece 100 TL. Ama iş tazminat ödemeye geldiğinde, cezalar 500 bin, hatta 700 bin TL’ye çıkıyor!..
Uğradığımız saldırılar, meslektaşlarımızın yedikleri dayaklar da cabası!.. Hekimleri ve sağlık personelini sistemdeki çöküşün sorumlusu olarak gören öfkeli hasta yakınlarının kurşunlarıyla hayatlarını kaybeden hekimlerin sayısını acaba kaç kişi hatırlıyor?..
Mertçe söylemem gerekirse; anlattığım nedenlerle komplikasyonlara açık kanser vakalarında sorumluluğu kimse üstüne almak istemiyor!
Sizinle acı bir gerçeği daha paylaşayım:
Durum öylesine vahim ki, birçok cerrah bakkal dükkanı açtığında kendisini ve ailesini geçindireceğinden emin olsa, mesleğini bırakmaya hazır durumda!.. Ben Hindistan’da bile bir cerrahın başka işler aradığına tanık olmadım. Yanlış anlamayın, olay sadece para değil. Bana hiç para vermeseler dahi bu yüce mesleği yapmaya devam edeceğim. Çünkü dünyanın en uzun sürede ve en zor öğrenilen mesleğimin dışında başka bir iş yapamam. Ancak 14 yıl okumanın (üniversite, sonra uzmanlık ve ardından yan dal eğitimi) bu denli ağır cezalandırıldığı bir başka ülke yoktur sanırım!..”

*  *  *

Yazıyı noktalamaya hazırlanırken bilgisayarıma vahim iddialarla dolu bir mesaj düştü.
Buna göre bir devlet hastanesine kanser tedavisinde kullanılan cihazlar alınmış. Bunların kabul testleri öncesinde personel, cihazları satan şirketin yetkililerinden oda korumasının gerektiği gibi yapıldığına ilişkin bir belge vermelerini istemiş. Önce olur denmiş, ama belge bir türlü verilmemiş! Durumdan şüphelenen çalışanlar, kendilerinin temin ettikleri bir cihazla ölçümü yaptırmışlar. Korkunç gerçek de bu ölçüm sonucunda ortaya çıkmış. Meğer kullanımında sakınca bulunmadığı söylenen cihaz, sızıntı nedeniyle sürekli radyasyon yayıyormuş! Bu durum anlaşılıncaya kadar, aletleri kullanan görevlilerin 3 yıllık radyasyona maruz kaldıkları tespit edilmiş. Hatta bazılarında DNA kırığı oluşmuş! Bu da aşırı kanser riski anlamına geliyormuş!..
Peki skandalın yaşandığı hastane yönetimi ne yapmış?
Gereken ölçümleri sağlamadan ve güvenlik önlemleri almadan cihazları çalıştıran şirketin üzerine gideceğine “Vay siz kendi başınıza nasıl ölçüm yaptırırsınız” diyerek, kansere yakalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalan personeline baskı uyguluyormuş!..

*  *  *

Ne diyelim?
Böyle başa böyle tarak!
Kimilerine umre ve Bangkok seyahatleriyle kıyak, canından bezmiş doktora ve sağlık çalışanlarına ise dayak!..