“Zaten göz gözü görmüyor, bir yandan da pat pat sesleri yaklaşıyor, geliyorlar. Koşmayı geçtim, öksürmekten artık nefes alacak halim kalmamış. Akaretler’deki Migros’un orda bir yerde çöktük kaldık gazın ortasına, artık ne olacaksa olsun diye!.. Arkadaşım bana sarılmış ağlıyor, ben de artık buraya kadarmış diye düşünürken, o gazın, dumanın arasından üç tane Beşiktaş formalı çocuk çıktı...
O kargaşada bizi nasıl aldılar, oradan nasıl çıkarıp taa Yıldız’a götürdüler,
hâlâ bilmiyorum, ama o formayı görünce yaşadığım hissi hayatım boyunca unutmayacağım...”

*  *  *

“...Çarşı’yı bu denli sıra dışı yapan şey, polis şiddetine maruz kaldığı anda ‘biber gazı oley’ tezahüratını yapıyor oluşu bence.
Sorarım size... Gecenin bir vakti polis şiddetine saatlerce direnmişsiniz ve biber gazı bulutundan göz gözü görmüyor. O ortamda kalkıp ‘biber gazı oley’ diye bağırmak nasıl bir meydan okumadır?”

*  *  *

Sadece şövalye ruhlu semt çocukları, yani siyah-beyaz Çarşı yoktu, Türkiye’nin tüm renkleri oradaydı.
Kaynaşmış, tek renk olmuşlardı.
Örneğin kırmızılı kadınlar, siyahlı erkekler, duran adamlar, vals yapan kızlar, şarkı söyleyen gençler, ezan okuyan antikapitalist Müslümanlar, anneler, babalar, teyzeler, dedeler... Kısacası “Geziciler” hep iç içe omuz omuzaydı.
“Yenilmezler” orantısız şiddete orantısız mizahla karşı koyarak tarih yazıyordu!
Anayasa güvencesi altındaki demokratik haklarını kullanmak ve özgürlük istiyordu.
Baskıya, ötekileştirmeye ve zulme kırmızı kart gösteriyordu!..
Kısacası “Yenilmezler” gerçek demokrasiyi “Gezi”de buluyordu!..

*  *  *

Aradan 3 yıl geçti.
Dün Gezi’de yitirdiğimiz yiğitlerden Ali İsmail Korkmaz’ın annesini aradım.
Ağlıyordu.
“Yavrum yaşasaydı bu yıl üniversiteden mezun olacaktı” diyordu...

*  *  *

Hayır!
Hayatımız boyunca gördüğümüz en güzel film olan “Gezi” sona ermedi.
Sadece ara verildi!
Ve aradan sonrası için “mutlu son” ümitleri belirdi...