[caption id="attachment_1234442" align="alignnone" width="880"]KORCAN KARAR KORCAN KARAR[/caption]

1991 yılının Temmuz ayı...
Mehmetçik, kavurucu yaz sıcağında terör örgütü PKK’ya karşı amansız mücadele sürdürüyor.
Çatışmaların en yoğun olduğu bölgelerden biri, Hakkari kırsalı...

*  *  *

O günlerin birinde genç muhabir, sabahki haber toplantısında müdürüne “Ben oraya gidip, bir sınır karakolundaki Mehmetçiklerle birkaç gün geçirmek, onların canları pahasına sürdürdükleri mücadeleye tanıklık etmek istiyorum” diyor.
Genç meslektaşının heyecan ve cesaretle dile getirdiği öneri deneyimli yöneticiyi çok etkiliyor.
Hemen Genelkurmay’dan izinler alınıyor.
Gazeteci önce Diyarbakır’a uçuyor, oradan da helikopterle Çukurca’daki Çayırlı Hudut Karakolu’na...
VH-100 helikopteri onu, karakol yakınlarındaki sarp kayalıklarla çevrili avuç içi kadar bir boşluğa indirip, hiç beklemeden başka bir görev için tekrar yükseliyor.

*  *  *

Muhabir, boynunda fotoğraf makinesi, 10-15 günlük gazeteler ve Mehmetçiklere ailelerinin gönderdiği mektuplarla dolu çantasıyla karakola girdiğinde bir alkış kopuyor.
O anı anlatırken “Doğrusu böyle bir karşılamayı hiç beklemiyordum. Askerin sıcak ilgisi, sanki kırk yıllık arkadaşmışız gibi sarılıp kucaklamaları, beni çok etkilemişti. Öylesine duygulanmıştım ki, gözyaşlarımı tutmakta zorlanıyordum” diyor.

*  *  *

O yıllarda “Beton Kale” olarak da ünlenen “Kalekollar” henüz inşa edilmemiş. Mehmetçik, kaçakçılıkla mücadele için vadilerdeki düz alanlara U şeklinde yapılmış karakollarda barınıyor. Çevredeki sarp kayalıklardan açılacak ateşlere karşı, duvarları ve çatıları demir plakalarla korunuyor. Her karakolda 50-60 kadar asker, çoğu kez günlerce uyumadan, eller tetikte görev yapıyor.
Gazeteci komutanın odasında çayını yudumlarken gözü, duvardaki “Hudut Namustur” yazısına takılıyor. Komutanın o yazının anlamını izah ederken söyledikleri, hafızasına adeta mıh gibi yerleşiyor:
“Gazeteci kardeş, burada geceler çok uzundur. Ancak her karanlık gecenin de aydınlık bir sabahı vardır! Buraya kadar gelmen ve verdiğimiz vatan mücadelesini halkımıza anlatacak olman, bizim için çok önemli bir ilk, sağolasın...”

*  *  *

Sonra birlikte binayı geziyorlar.
Karakol; küçük bir komutan makam odası, askerlerin topluca kaldıkları koğuş, bir telsiz muhabere bölümü, daracık bir revirle yemekhaneden ibaret...
Hava kararır kararmaz Mehmetçik için hiç bitmeyecekmiş gibi gelen bir maraton başlıyor. Askerlerin bir bölümü pusu siperlerinde mevzileniyor, bir bölümü devriyeye çıkıyor, diğerleri de karakolu koruma görevini üstleniyor.
Herkes soluğunu tutarak teröristlerin taciz atışlarının başlamasını bekliyor.
Kimse sigara içmiyor, kibrit çakılmıyor, yüksek sesle konuşulmuyor ve sesli komut verilmiyor. Ama o kör karanlıkta bile, henüz 19-20’sindeki kınalı kuzuların gözlerine yansıyan vatan sevgisi hemen fark ediliyor...

*  *  *

Nitekim geceyle birlikte, çevredeki sarp kayalıklardan müthiş bir uğultu kopuyor. Ateş altındaki karakoldan Mehmetçik anında ve misliyle karşılık veriyor.
Yer gök silah cayırtısıyla inliyor.
Genç gazeteci komutanın “Burada geceler uzundur, adeta bitimsizdir“ derken neyi kastettiğini daha ilk geceden anlıyor.
Sabaha kadar süren çatışmanın ardından, devriye ve pusu görevindeki Mehmetçikler karakola dönüyorlar.
Hepsinin yüzünde zayiat vermeden görevi tamamlamış olmanın gurur dolu yorgunluğu okunuyor.

*  *  *

Bölgeden haberleşme telsiz, askeri hat ve mektupla yapılıyor. Gazeteci, onlara analarından, babalarından, kardeş ve sevdiklerinden getirdiği mektupların ne kadar değerli olduğunu, onları defalarca okuyup öpüp kokladıklarında anlıyor.
Hatta biri mektubu yanık bir türküyle okurken gözyaşlarını tutamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyor.

*  *  *

Revirde ciğerlerinden hasta bir askerle iki de hafif yaralı tedavi görüyor. Ama yaralıların ikisi de, bir an önce görev başına dönmek için can atıyor. Silah arkadaşları da onlara gözü gibi bakıyor, hatta yaralı elini kullanamayan “tertip” diye hitap ettikleri MG3 ağır makinelide görevli Mehmetçiğe sıcak çorbayı kendi elleriyle içiriyorlar...
Askerler onca yorgunluğu birkaç saatlik tavşan uykusuyla atlattıktan sonra, gün boyu silah bakımı yapıyor ve bir başka uzun geceye hazırlanıyorlar.
Onlarla günler, geceler boyu birlikte yaşayıp aynı havayı birlikte soluyor. Birlikte yemek yiyip birlikte gülüyor ve birlikte hüzünleniyorlar.
Ayrılma vakti geldiğinde artık can kardeşi olduklarını anlıyorlar.
Gazeteci can kardeşlerine sarılıyor, kucaklaşıyor, hepsiyle teker teker helalleşiyor. Helikopterden el sallarken hem o, hem de karakoldakiler ağlıyor...
Genç muhabirin gönlü Çayırlı’da kalıyor.

*  *  *

Dönüp izlenimini okurlarıyla paylaştıktan birkaç ay sonra, Anadolu Ajansı’nın geçtiği bir habere önce inanmak istemiyor.
Haber merkezinde “Doğru olamaz, olamaz” diye haykırmaya başlıyor.
Ama ne yazık ki acı haber doğru çıkıyor.
Ajans, PKK terör örgütünün saldırısında Çayırlı Karakolu’nda görev yapan 11 can kardeşinin şehit düştüğünü bildiriyor.
O anda hepsinin güler yüzleri gözünün önüne geliyor. Anlattıkları hikayeler, anaları, babaları, sevdalıları, arkadaşları, köyleri, kasaba ve kentleriyle ilgili anıları hafızasında canlanıveriyor.
O anılar ki, aradan 25 yıl geçmiş olmasına karşın, bugün de sanki dün yaşanmış gibi canlılığını koruyorlar!..

*  *  *

Değerli meslektaşım, kardeşim Korcan Karar, genç bir muhabir olarak Çayırlı Hudut Karakolu’nda fotoğraf karelerine yansıttığı o unutulmaz anları, çok özel bir günde 19 Mayıs’ta, (yarın) saat 19.00 da açılacak bir sergiyle ölümsüzleştiriyor.
Geliri Mehmetçik Vakfı’na bağışlanacak İzmir Çeşme-Alaçatı Hacımemiş’teki “Vatan Evlatları Mehmetçik” konulu serginin açılışına hepinizi bekliyor.