Dün “Karaoğlan” Bülent Ecevit’in ölüm yıldönümüydü. Yarım asra yaklaşan meslek hayatımda tanıdığım en dürüst ve değerli politikacılardan biri olan merhum Ecevit’i sevgi, saygı ve rahmetle anarken, unutamadığım bazı anılar, gözlerimin önünden adeta birer film karesi gibi gelip geçti...

*  *  *

70’li yıllar... Mevsim kış...
İstanbul’un yoksul arka sokaklarından birindeyiz...
Tek tük atıştıran kar tanelerinin yüzümüze ok gibi saplandığı dondurucu gece yarısı soğuğunda kameraman arkadaşımla, bir sabahçı kahvesindeki inşaat merdivenine tırmanarak “bekar odası”na çıkıyoruz! Çünkü çatıdaki barınağa tek çıkış yolu bu inşaat merdiveni!..
Hayatımda ilk kez gördüğüm “bekar odası” uzun, upuzun, ilk bakışta hiç bitmeyecekmiş gibi gelen bir izbelik!..
Yaklaşık 50 ranzanın tümü, altlı üstlü dolu.
Kirden simsiyah olmuş, çarşafsız yataklarda sızıp kalmış insanlar, gök gürültüsünü andıran horultularla uyuyor.
Ciğerleri sökülürcesine öksüren bile, o derin uykuları bölemiyor.
Çoğu inşaatlarda boğaz tokluğuna çalışan, ya da iş bulabilme umuduyla “taşı toprağı altın” (!) İstanbul’a gelen fena halde çaresizlerin arasından geçerek, dipteki cılız, arada bir göz kırpan ışığa doğru ilerliyoruz.
Üzerindeki toz toprak nedeniyle her an sönecekmiş izlenimi veren ampulün sarktığı yerde ne duruyor biliyor musunuz?

14766501

Başında kasketi, omzunda beyaz güverciniyle Bülent Ecevit...
Fotoğraftaki “Karaoğlan”; umut veren bakışlarla bekar odasının umutsuzlarına gülümsüyor...

*  *  *

Yine 70’li yıllar, yine kış...
Sarayburnu’nda, Sarai Sierra adlı Amerikalı turist kadının öldürüldüğü yer var ya, işte tam oralar...
Haber için surların önünden geçerken, mağaradan farksız bir oyuktaki hareketlilik dikkatimi çekiyor. Hemen aracımızı durdurup, kameraman arkadaşımla birlikte iniyoruz.
Sura yaklaşırken içeriden eli bıçaklı biri fırlıyor!
“Gidin ulan... Beni ve çocuklarımı başımızı soktuğumuz bu mağaradan da mı edeceksiniz?.. Defolun yoksa vururum” diye bağırıyor.
Niyetimizin kendisine zarar vermek olmadığını, tam tersine yardım etmeye çalışacağımızı söyleyip, güçlükle ikna ettikten sonra, oyuğa girmemize izin veriyor.
Bir de ne görelim?
Sapsarı saçlı, mavi gözlü dünyalar güzeli iki çocuk, korkudan fal taşı gibi açılmış gözlerle bize bakmıyor mu?
İçerisi öylesine soğuk ki, adeta derin dondurucu gibi!.. Ayrıca duvardan şelale hızıyla şarıl şarıl su akıyor!
Adam kameraya anlattığı acılarla dolu hikayesini şu sözlerle noktalıyor:
“Umudum Karaoğlan!.. Beni ve çocuklarımı bu kör karanlıktan ancak Karaoğlan çıkarır!..”
Nitekim çıkarıyor da...
Talihsiz adam ve çocukları bir hafta içinde mağaradan sosyal konuta taşınıyor!..

*  *  *

Haziran 1977...
Birkaç hafta sonra ülke genel seçime gidecek.
CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, son mitinglerinden birini, 1 Mayıs katliamında 34 yurttaşımızın hayatını kaybettiği Taksim’de yapıyor.
Meydanı hıncahınç dolduran coşkulu kalabalık “Başbakan Karaoğlan”, “Halkçı Ecevit” sloganları atarken o, dönemin Başbakanı merhum Süleyman Demirel’e veryansın ediyor!
Taksim’deki mitingden vazgeçmememesi halinde meydandaki otelden kendisine ateş açılarak suikast yapılacağı istihbaratını aldıklarını söyleyen ve oraya gitmemesini öneren Demirel’e meydan okuyor:
“İşte Taksim’de, halkımla birlikteyim. Beni vurmalarını bekliyorum!.. Hodri meydan!..” diyor.
Otobüsün üstünde mitingi izleyen ve endişeli bakışlarla oteli gözleyen gazetecilerden biri de benim.
Neyse ki korkulan olmuyor,
Coşkunun ve seçimi kazanma umudunun doruğa çıktığı tarihi miting, alkışlarla sona eriyor.

*  *  *

O dik duruş ve korkuya meydan okuyuş, seçimlerde Bülent Ecevit’i Başbakan, CHP’yi de iktidar yapıyor...

*  *  *

Yıl, 2016...
Türkiye terör, şiddet, baskı ve korkunun egemen olduğu kaotik atmosferde rejim değişikliğine doğru koşuyor.
İktidar gibi düşünmeyen
herkes, CHP’den, Taksim’dekine benzer demokratik dik duruş
ve korkuya meydan okuyuş
bekliyor...