“Aristo der ki;
“İnsan en iyi ihtimalle tüm hayvanların en asilidir. Kanun ve adaletten vazgeçtiğinde ise en kötüsüdür!..”

*  *  *

Ülkemizde adalet, konjonktüre göre şekil değiştirebilen bir virüsten mustarip. Yargı mensuplarının son zamanlarda verdikleri tuhaf, anlamsız fotoğraflara gösterilen tepkilere baktığımızda bile, yargının içinde bulunduğu durumun halktaki yansıması rahatlıkla görülebiliyor.
Uzun yıllardır, özel yetkili mahkemeler eliyle yapılan hak ihlallerine karşı gösterdiğimiz mücadele, sanıyorum herkes tarafından biliniyor. Özellikle 17/25 Aralık sürecinden sonra cemaat kontrolünden çıkarılmış, bağımsız ve tarafsız bir yargının inşası için birçok kişi ile birlikte çetin bir savaşa girdik. Amacımız, her kesimden herkesin, aklında hiçbir şüphe kalmadan, gözü kapalı inanabileceği bir hukuk sisteminin tesisiydi.

*  *  *

Ancak yolsuzluk soruşturmasına verilen takipsizlik kararına gösterdiğim tepkiden sonra, samimi olduğunu düşündüğüm bazı yargı mensuplarının garip tavrı, beni hayal kırıklığına uğrattı. Çünkü benim ve benim gibi düşünenlerin derdi hiçbir zaman, “Mevcut soruşturmalar iktidar partisine zarar verir mi, vermez mi” şeklinde bir düşünceden ibaret olmadı. Ancak şunu gördük ki; iktidarın aldığı oyu yargıya duyulan güvenle eşdeğer tutan bir grup azınlığın amacı bizden farklıymış!..

*  *  *

Reza Zarrab olayının ülkemizin başına eninde sonunda bela olacağı belliydi. Çünkü açıkça yargılanması gereken kişilerin yargıdan kaçırılarak meseleye “Bunlar yargılanır ceza alırsa, biz cemaatin darbe yaptığını millete anlatamayız” mantığı ile yaklaşan tarafgir zihniyet, farkında olmadan yargıya olan güvene büyük darbe vurmuştu. Sonrasında ise yargıdaki cemaat yapılanması ile mücadeleyi amacından saptırıp suiistimal ederek, iktidarın güdümünde bir yargı algısı yarattılar. Oysa hem vicdanlarda defalarca mahkum olan isimleri yargılamak, hem de cemaatin darbe teşebbüsünü anlatmak gibi bir seçenek de vardı. “Kendi aramızda konuşalım, kol kırılsın yen içinde kalsın, aman rakiplerimize koz vermeyelim” türü yaklaşımlar, o hepimizin ağzından düşürmediği ‘adil olmak’ sözüyle bağdaşmaz. Bilakis açıkça konuşmaktan hiç çekinmemek lazım. Ter kokunuzu gizlemek amacıyla duş almadan parfüm sıktığınızda, değil saklamak, terden bile kötü kokarsınız! Demem o ki, ne kadar süslü paketlere de sarsak, ne kadar güzel kokular da sıksak, temizlenmemiş bazı mevzulardan yayılan koku gittikçe daha rahatsızlık verici oldu; ta Amerikalardan duyulacak kadar!..

*  *  *

İktidar mensupları bilmelidir ki Amerika’da yürütülen soruşturmanın 17/25 Aralık mevzuları ile ilgisi yok. Kaldı ki ABD yargısının ülkemizde yaşanan yolsuzluk ve rüşvet olayını soruşturmak ve şahısları bu suçlardan yargılamak gibi bir yetkisi de yok! ABD’de savcının iddiasına göre; uluslararası kara para suçlarını işleyen Reza ve onun işbirlikçileri yargılanacak. Ancak durum bu olmasına rağmen ABD savcısı, asıl iddianameden önce, bizim tertemiz (!) Rezamızın ahlaksızlığını tanımlayan cümlelerle dolu bir dilekçe sundu. Üstelik bunu, bizde aklanan 17/25 soruşturmalarına dayanarak yaptı. Savcının Türk yargısını yerden yere vuran sözlerini okurken sadece utandım. İlgili yargı mensupları şahittir; benim mücadelem bunun için değildi. Daha o zamanlarda Reza’yı yargılanmadan aklayan savcının kararı için ‘Onun boynuna asılan kara bir leke olarak kalacak’ diye yazmıştım. Şimdi önümüze bir fırsat çıktı, doğal olarak yeni bir başvuru yapıldı. İlhan Cihaner ile görüştüm, dilekçesini siyasi bir amaçla vermediğini ifade ederek, sonuçtan umutlu olduğunu söyledi. Tüm bu nedenlerden dolayı, başvuruyu inceleyecek savcının huzur içinde çalışması için başta HSYK olmak üzere tüm yargı mensuplarının sınırsız bir destek vermesi gerekiyor. Yargıya güvenin tesisinin sağlanabilmesi için bu yargılamanın yeni deliller dikkate alınarak ülkemizde yapılması zorunludur. Aksi halde milli itibarımız ve ülkemizin adalet mekanizması ABD”li savcı Preet Bharara tarafından göz göre göre yerle bir edilecek...

*  *  *

Hepimizin çocukluğu ve gençliğinde ekranların başında heyecanla beklediğimiz ve her döneme damgasını vuran müthiş programların kahramanı Uğur Dündar... Toplumun en güvenilir isimlerinden biri o... Uğur Dündar bir duayen, bir ekol, bir okul... Gerek gazeteciliğiyle, gerek özel yaşamıyla, gerek duruşuyla aslında bu ülkede fazla da savrulmadan bir şeyler olunabileceğinin ispatı...

*  *  *

Birçok kişi, Sayın Dündar’ın köşesini neden bana bıraktığı ile ilgili komplo teorileri üretecektir. Hemen belirteyim ki, hukukumuz 10 yıl öncesine dayanıyor. Dönemin başbakanı Erdoğan, şehit ailelerini inciten beyanda bulunduğunda şehit aileleri adına kendisine 1 TL’lik tazminat davası açmış, dilekçede özür dilenirse davanın geri çekileceğini yazmıştım. Sonrasında Başbakan, Arena programına çıkmış ve şehit ailelerinden özür dilemişti. Ayrıca programın kaydını mahkemeye delil olarak sunmuştu. Ben de dilekçe vererek davayı geri çekmiştim. Daha sonra yaptığı bir haberin güvenirliği ile ilgili iktidara yakın çevrenin kopardığı gürültü nedeniyle ekrana çıktı ve başbakanın bile delil olarak kendi haberlerini mahkemeye sunduğunu söyledi... O günden bugüne ilişkilerimiz hep sürdü. Hanefi Avcı cezaevine atıldığı, hükümet cemaat birlikteliğinin zirve yaptığı dönemde bizlere vebalı gibi davranılırken, medyada en büyük desteği yine Uğur Dündar verdi. Star TV Ana Haber bültenin yarısını bana ayırdı. Her zaman köşesinin ve programlarının bana açık olduğunu defaatle ifade etti. İşte bu yüzden kendisine vefa borcumuz var...”

*  *  *

Sevgili okurlarım, hukukun üstünlüğü için mücadele eden herkesin omuz omuza vermesi gereken çok kritik bir süreçten geçiyoruz. O nedenle okuduğunuz değerli yazısıyla köşeme konuk olan bağımsız ve adil yargı savaşçısı Avukat Fidel Okan’a teşekkür ediyorum.
Zira suçlunun beraat ettiği yerde yargıcın hüküm giydiğini ve hukukun bittiği noktada da tiranlığın başladığını biliyorum...