Kızım bana dedi ki: “Bana bir masal anlat baba, içinde hiç yalan olmasın.”
Dinle o zaman dedim ve başladım anlatmaya:
“Evvel zaman içinde kalbur saman içinde memleketin birinde bir varmış bir yokmuş. Kiminde bin varmış kiminde bir yokmuş! Mahalleden iki genç birbirlerini pek severlermiş. Fikirleri zikirleri aynı olduğundan hemen her konuda çok iyi anlaşırlarmış. Gel zaman git zaman sevenlerden biri mahalleyi terk edip, taaa denizlerin ötesinde bir yere uçmuş.
Bizim mahalledeki “O”nun hasretine dayanamamış: “Gel artık bu hasret bitsin” diye türküler yakmış... Biri okyanusların ötesinde, diğeri bizim mahalledeki bu iki genç hasret çeker dururlarmış. Gel zaman git zaman “gözden ırak olan gönülden de ırak olur” dedikleri gibi, araları bilmediğimiz nedenlerden dolayı bozulmuş. Dışarı mahalleden olan bizim mahalledeki sevdiğine sitemlerle karışık ağır sözler söylemeye başlamış. Bizim mahalledeki de O’na : “Nankör, ne istedin de vermedim?” diye sitemler etmiş... Fakat dışarı mahalledeki kötü kalpli olduğundan, bizim mahalledeki saf olanı kandırmış ve mahallede bir isyan çıkarmaya kalkışmış. Mahalleli bunu yer mi?... Hemen bu pisliği bastırıp bizimkinin yanında yer almış. Çünkü dışarı mahalledeki gerçekten hain, gaddar ve acımasızmış...

* * *

Bu iki birbirini seven arasında ipler tamamen kopmuş! İkisi de birbiri hakkında ne kadar kirli çamaşır varsa ortaya dökmüş!
Bizim mahallede oturan gazetecisi, sanatçısı, tiyatrocusu, esnafı, memuru, kasabı, manavı, bakkalı, polisi, askeri, kim varsa hepsi dışarıdaki mahallede oturanı lanetleyip bizim mahallenin delikanlısının yanında yer almış... Gerçi pek çok insan hayatını kaybetmiş ama mahalleli şarkılarla, türkülerle her gece bu acıyı paylaşmış. Gelgelelim, bizim mahallenin delikanlısı bu durumu daha da kendi lehine çevirmenin gayretine düşmüş. Birbiriyle büyük dost olan iki kişinin ayrılık günahı, bu işte hiç günahı olmayanlara yüklenmeye başlamış. Oysa ortada bir günah varsa, yıllarca birbirine büyük bir sevgiyle bağlanan bizim mahallenin delikanlısıyla dışarı mahalleninkinin günahı olmalıymış. Birbirini seven, aynı düşüncedeki bu iki kişi bağlarını kopartınca, kabak mahallede yaşayan ve de dışarı mahalledekini hiç mi hiç sevmeyen, aydınların, gazete bayilerinin teyatoracıların başına patlatılmak istenmiş!..
Ama yağma yok... Siz bu mahalleyi ikiniz bu hale getirdiniz, yemezler diye bitiyor masal!..
Onlar ermiş muradına mı acaba?..”

* * *

Sevgili arkadaşım, büyük mizah ustası Müjdat Gezen’in anlattığı masal burada bitiyor, ama gerçeklerle yüzleşmemiz devam ediyor.
Sevgili okurlarım,
Türkiye’ye korkunç bir kumpas kurulmuş durumda.
Bu ürkütücü kumpasta, yakın geçmişte ülkenin yurtsever, birbirinden değerli subaylarına, aydınlarına, siyasetçilerine, gazetecilerine ve Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın şahsında tüm Fenerbahçe camiasına kumpas kuran FETÖ’cüler, taşeron olarak kullanılıyor.
Gelişmeler gösteriyor ki; küresel kumpasta sadece AKP iktidarının devrilmesi istenmiyor. İç çatışmalar çıkarılarak ülkenin bölünmesi, haritaların yeniden değişmesi hedefleniyor.

* * *

Bu ağır durumdan bizi ancak “Başka Türkiye yok! Hepimiz Türkiyeyiz!” diyenlerin sırt sırta, omuz omuza vermeleri kurtarabilir.
Bunu sağlamanın yolu da AKP’nin, siyasal İslam dayatmalarıyla başkanlık arayışından bir an önce vazgeçip, coğrafyamızın ışıltılı modeli olan laik demokratik Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine içtenlikle sahip çıkması, laik eğitimin vazgeçilmezliğine inanması ve hukukun üstünlüğüne dört elle sarılmasından geçiyor.
İktidarın kendisi gibi düşünmeyen herkesi “hainlikle” suçlamayı, toplumu kutuplaştırıp kamplara ayırmayı bırakması ve devlet kadrolarındaki atamalarda “yeter ki bizden olsun” anlayışını terk ederek “liyakat” esasına dönmesi gerekiyor.
Darbe gecesi bombalanmayı göze alarak Meclis’e koşup milli iradeye sahip çıkan muhalefetin o günden bu yana izlediği örnek sorumlu siyaset anlayışı, iktidara açılmış en büyük kredi anlamını taşıyor.
Hukuk devleti penceresinden bakıldığında ise; FETÖ’cülerle ilgili soruşturmaların ve OHAL’in “cadı avı” sürecine dönüşebileceğini işaret eden kötü sinyaller gözleniyor. Bu nedenle “cadı avı”nı engelleyip, kötü muamele ve işkenceye “dur” diyecek adımların atılması, zorunlu acil uygulamalar arasında yer alıyor.

* * *

Darbe girişiminden sonraki ilk yazımda belirttiğim gibi; darbeleri önlemenin en gerçekçi yolu, çoğulcu demokrasiyi ve çağdaş parlamenter sistemi tüm kurum ve kuruluşlarıyla işler kılmaktan geçiyor.
Bir de Büyük Önder Atatürk’ün yüce emaneti olan laik ve demokratik Cumhuriyet’e sıkı sıkıya sarılmaktan...
AKP bunu yapar mı? Yapmazsa hem kendi, hem de ülke kaybeder.
Unutmayalım!
Hepimiz Türkiyeyiz, başka Türkiye yok!
Yaşasın laik demokratik Cumhuriyet!..