“İlk röportajımı kiminle yapsam?” diye düşünürken, Ayşe Arman’a WhatsApp’tan “Bana röportaj verir misin?” diye yazıp “Aaa bayılırım” cevabını almamla bir anda “Acaba neler sorsam” telaşı başladı bende… Ortaya karışık sorular mı yoksa herkesin merak ettiklerini mi sormalıyım, özel hayata girsem mi girmesem mi gelgitleri arasında debelendikten sonra “Ben içimden geleni sorayım, cevaplamazsa cevaplamasın, ne yapayım” dedim… Fakat, her soruma cevap verdi, “Hayatta cevaplamaz” diye düşündüklerime bile…



Bence Ayşe’nin içinde yaşayan onlarca farklı kadın var; bir kadından diğerine geçiyor sürekli. Fotoğraf çekimi için gecenin bir saati Fethi Karaduman’ın stüdyosuna iki saat geç kalarak ve “Ayşe seni pataklayacağım” bakışlarıma karşın gülücükler atarak, özür dileyerek girdi. Giyindi ve fotoğraf makinesinin karşısında aniden şuh bir kadın oldu. O duruşu anlatamam… Alya ev ödevi için arayınca, yumuşak sesli, mırıl mırıl konuşan bir anneye dönüştü. Ardından sıra geldi çekimlere… Hemen “Popom tepsi gibi mi, değil mi?” tartışması başlattı. Benim dengem şaştı ve o arada yarım tabak bulgur pilavı yedim. “Umay, makyajın hafif olmuş dur biraz belirginleştireyim” diyerek “Yok istemem” sözlerime aldırmadan makyöz oluverdi bir anda… Gece yarısı çekim bittiğinde “Yakında sevgilim gelecek, şu detoks paketlerinden yine almaya başlayıp biraz kilo versem” diyen telaşlı bir kadına dönüşüverdi… Velhasıl kadın, eğlenceli, yorucu, sürprizli ve şaşılacak şekilde doğal. Haydi şimdi sorularıma ve Ayşe’nin samimi yanıtlarına geçelim hemen…

Hep 5 kilo fazlam olacak


Senin hiç bitmeyen bir dizi gibi, bir türlü verilemeyen 5 kilo durumun var! Benimki dahil denemediğin yöntem kalmadı… Bu ne zaman sona erecek?
Hiçbir zaman! Benim hep 5 kilo fazlam olacak. Hep vereceğim ve alacağım.
Bu tuhaf bir durum değil mi?
Yok canım. Aksine harika bir şey! Hep bir çaba, uğraş. Benim için hayat bu! Hedef koymak ve onu gerçekleştirmek. O hedefe ulaştıktan sonra da, “Amaaan, kim takar diyeti!” deyip tekrar yemek. İstediğim gibi pizza söylemek, kebapları höpürdetmek, Güllüoğlu’ndan doyasına baklava yemek, Alya’yla eve dönerken, “Şöyle güzel, kocaman bir kutu dondurma alalım mı!” demek.
Peki ya sonra?
Sonra aynaya bakınca, yanlarımın dolduğunu, belimin kalınlaştığını ve memelerimin büyüdüğünü fark edip, “Eyvah ben ne yaptım!” demek ve senin beş günlük detoksunla ya da başka bir yöntemle kiloları geri vermek. Benim için tatlı bir heyecan bu…

Ömer için senin detoksunla zayıfladım


Sen kilo alma durumunu çok abartmıyorsun anlaşılan…
Yok, 15 kilo almıyorum. Hep o 5 kilo içinde dönüp duruyorum. Şikâyetçi değilim, aksine bu beni diri ve canlı tutuyor. Netice itibariyle bu bir seçim. Ben dengelemek kaydıyla her şeyi yemek isteyen biriyim. Sürekli salata yiyip, kırik kırak kemiren, midesi birbirine yapışmış, ama her giydiği çok yakışan 55 kilo bir kadın olmak istemezdim mesela… Sıkıcı çünkü. Varsın 65 kilo olayım ama hayattan zevk alayım. Bak, bu hafta senin 20 numaralı detoksunu yaptım. Hop hemen indim. Ömer Hindistan’dan geldiğinde beni zayıf görsün diye ve birlikte doyasıyla yiyebilelim diye! Bir Karaköy Balıkçısı attırırız birlikte. Ne yani, rakı içerken, “O meze çok kalorili, yemem!” mi diyeceğim, “Zeytinyağına ekmek banmayayım” mı diyeceğim? Hayat bu mu? Tabii ki yapacağım! Ama sonra tekrar dikkat edeceğim.
En zayıf olduğun dönem?
62 kg. Daha aşağısını hatırlamıyorum. Alya’ya hamile kaldığım kilo da bu.
Şimdi kaç kilosun?
66 kg. 64’e kadar inebiliyorum ve orada kalıyorum. Kendimi parçalamam lazım daha zayıf olabilmem için. Boyum da 1.72 cm.

Düşmanım kadar sevenim var


Sosyal medyada, özellikle de Instagram’da bazen çok ağır eleştiriler alıyorsun. Bu sırada ne hissediyorsun?
Ne yalan söyleyeyim hoşuma bile gidiyor. Hiç küfredenin yoksa üzüleceksin! Makul bir miktarda düşman iyidir. Bir de tabii ben düşmanım kadar sevenim olduğunu biliyorum, belki de bunun rahatlığıyla konuşuyorum. Zaten bana küfredenlere sevenlerim cevap veriyor. Ben de veriyorum. Bundan daha güzel ne olabilir?

Yaptığım iş bana heyecan veriyor


Sence en başarılı üç röportajcı kim?
Bir zamanlar Neşe Düzel, Nuriye Akman. Şimdi ise Cansu Çamlıbel çünkü gündemi tutuyor, herkesin yararlanabileceği röportajlar yapıyor, Balçiçek İlter’in pazartesi röportajlarını da seviyorum. Sonra İzzet Çapa çünkü hayatı taşıyor sayfalarına. Eğleniyorum, gülüyorum ve öğreniyorum onu okurken. Çınar Oskay, seçerek röportaj yapıyor ve seçtiklerini mutlaka okutuyor.
Sen bir markasın. Küfür de yesen, en ağır eleştirileri de alsan, yaptığın, giydiğin, ettiğin, yediğin taklit ediliyor. Bir taraftan da “Ben taşralıyım!” diyorsun. Bu iki hal birbiriyle çelişmiyor mu?
Niye çelişsin? Taşralı olmak marka olmaya engel mi? Ben taşralılığı olumlu anlamda kullanıyorum, ‘özünü koruyan, kendi gibi olan’ manasında. Benim derdim marka olmak filan değil sadece kendim gibi olmak. Oldum da. Hep Adanalı olarak kaldım, bundan da çok gurur duyuyorum ama bir tarafım da Alman… Taşralı ya da büyük şehirli olmak palavra bu meslekte. Aslolan eşek gibi çalışmak ve saksıyı farklı çalıştırabilmek. Millet arkandan konuşacak, sen aldırmayacaksın ve işini yapmaya devam edecek, hep çalışacaksın. Benim şansım yaptığım işten heyecan duymak ve meraklı olmak. O heyecan ve merak bittiği gün, ben de bu mesleği bırakırım...


Benim çıtam yüksek değil başkalarınınki alçak


Güzel bir kadınsın. “Yok değilim!” diyorsan, o zaman çekici bir kadınsın… “Ben güzel değilim!”  diye yazıp durman aslında sana “Güzelsin Ayşe!” demelerini istemenden mi kaynaklanıyor sence?
Milletin çıtası aşağıdaysa ben ne yapayım?
Nasıl yani?
Yıllarca “Popom tepsi gibi!” yazdım çünkü popomu Brezilyalı kadınların poposuyla kıyasladım. Yoksa tabii ki idare ederim, hatta fazlasıyla ederim… Ben kolay kolay iş de, fotoğraf da, mizanpaj da beğenmem. Yaptığım röportajı 18 kere okurum, fazla kelimeleri atmaya çalışırım. Bana az yer verirlerse kavga da ederim çünkü işin duygusunu okuyucuya geçiremeyeceğimi düşünürüm. Belayım çalışırken. Yine de tatmin olmam çünkü sürekli bir huzursuzluk var içimde… Bu da benim çıtamın yüksekliğinden değil, başkalarının çıtasının alçak olmasından. Yani “Güzel değilim!” derken gerçekten güzel olanları düşünerek söylüyorum bunu.

Kocama ‘nasıl olsa benim o’ muamelesi çekmiyorum


Sosyal medyada ve gazete yazılarında hep bir Ömer’i mutlu etme, şaşırtma gayretin var…
Normal hayatta da bu böyle! Onu hep etkilemeye çalışıyorum. Sebebi de Ömer’e aşık olmam. Sen öyle yapmıyor musun kocana? Normali bu değil mi?
Ömer hep bir ‘ağır abi’ gibi… Gerçekten böyle mi? Yoksa biz mi esasını bilmiyoruz?
Dünyanın en tatlı, mütevazı, gülüşünden cennet akan adamı Ömer. Yıllar içinde ona olan aşkım büyüdü. Hem ağaç gibi göğe yükseldi hem de kökleri derine indi. Onu mutlu etme derdim yok ama üzerine titriyorum. “Nasıl olsa avcumda, benim o!” muamelesi çekmiyorum. Her gün yeniden baştan çıkarmaya çalışıyorum. Ama bunu bir öküze yapmazsın! Değen birine, sana da aynı şekilde değer veren birine yaparsın. O da öyle... Bana kendimi değerli hissettiren biri Ömer.

Alya gelmediği için sevgilimden ayrı kaldım


Artık Ömer Hindistan’da, sen ve Alya burada. Ne kadar gidip gelseniz de zor değil mi?
Zor… Ben taşınmak istiyorum. Hindistan’ı büyüleyici buluyorum ama Alya istemiyor, “Okulum” diyor, “Arkadaşlarım” diyor, “Dansım” diyor. “Orada da var! Yeniliklere açık olmak lazım. Zekanın bir tanımı da uyum! Gel gidip yaşayalım, uyum sağlayalım” diyorum. Küçük, inatçı Kova burcu kızımı ikna edemiyorum. “Baba senin sevgilin, sen git onun yanına! Ben babaannemle kalırım!” diyor. Betül Hanım bu durumdan bir mutlu, bir mutlu. Ama ben ayrı kalamam Alya’dan… Mecbur sevgilimden ayrı kalıyorum. Ayda bir hafta oradayım. Geri kalan üç haftada da Ömer 4-5 gün buraya geliyor. Bu şekilde 8 ayı devirdik…
Hindistan’ı sevdin mi gerçekten?
Adam şahane, ülke bahane! Fakat Hindistan özel ve büyülü bir yer. Mumbai’nin sokaklarında kaybolmaya bayılıyorum. Orada Ömer’in yaşadığı yeri de maşallah eve çevirdim. Resmen otel odasına, Yargıcı Homeworks’ten çerçeveler götürdüm, içine siyah beyaz fotoğraflarımızı yerleştirdim. Daha önce de yastıklar ve aksesuarlar götürmüştüm. Oradan aldığım objeleri de koydum. Evet manyağım ama uğraşmak hoşuma gidiyor…


Aşkımız hâlâ çok tutkulu...


Niye ev tutmuyor?
Biz yokuz diye. Ev tutup tek başına kafayı yemek istemiyor! Bu arada özlemek de iyi geldi bize ve düştük birbirimize.
Birlikte evlilikleri konuşurken Ömer’le ilgili “Ne yapayım; çok aşık oldum” demiştin. Hâlâ aşık mısın?
Benimki hâlâ aşk, hatta tutkulu bir aşk. Belki de sürekli dipdibe olmadığımız içindir. Biz hep sevgiliyiz, tutkuluyuz. Tahtalara vur.
İkinci evlilikler daha iyi mi oluyor?
Genelleme yapamam ama belki de daha özen gösteriyorsun ve önceki evliliğinde yaptığın hataları yapmıyorsundur. İyi giden her ilişki biraz da şans işi. İkinci evlilikler mutlaka iyi gidecek diye bir kural yok.
Vakit bulabiliyor musun bilmiyorum ama yemek yapıyor musun?
Sadece canım isterse... Ama Ömer yemek yapardı Dubai’de. Güzel bir mutfağımız vardı; ona asistanlık yapmak hoşuma giderdi, romantik gelirdi. Ben birlikte Migros alışverişi yapmayı bile seksi buluyorum. İlişkimizin bir ikili halleri, bir de Alya’nın da dahil olduğu üçlü halleri var. O noktada baba-kız ittifak kuruyor. Ömer çok iyi bir baba, iki kızı da başının tacı ama aynı özeni bana da gösteriyor. Bir erkek bir sürü şey olabilir; karizmatik, baştan çıkarıcı, zeki, seksi. Ama benim için iyi bir baba olması da çok önemli. Örneğin ben iyi baba olmayan insanların yöneticilik yapmaması taraftarıyım. Gerçekten. Şahane işadamı ama iyi baba değil, geçiniz… Ömer röportajı oldu bu; çok özlemişim sevgilimi…

YARIN SÖZCÜ PAZAR’DA: TÜRKİYE KADIN DÜŞMANI BİR ÜLKEYE DÖNÜŞTÜ!