Türkiye ve Rusya’nın ortak tarihi epey iniş çıkışlıdır...
Rusya eski tarihlerden bu yana hep Türklerin başlıca rakibi oldu... Türkler ise sıcak denizlere inmek isteyen Rusların önünde hep en büyük engel!..
Özellikle 19. yüzyıl Osmanlı devleti açısından “Rus korkusu” ile geçti. Padişahlar Rus tehlikesine karşı çareyi dünyanın en acımasız emperyalist devletlerinin korumasına girmekte buldu ve bedelini çok ağır ödedi...
20. yüzyılın başı ise bu iki ülkeyi bambaşka iklimlere, ittifaklara ve dostluklara götürdü. Osmanlı’nın Çanakkale’de Düvel-i Muazzama’nın büyük donanmasını perişan etmesi, emperyalistlerin Rus çarının yardımına koşmasını engelledi. Emperyalistler Boğaz’ı geçebilseydi, Rus devrimi daha başlamadan boğulacaktı.
Birinci Dünya Savaşı içinde “Büyük Ekim Devrimi” ni yapan Lenin ve arkadaşları ise ülkeyi savaştan çekti ve İngiltere ile Fransa’nın imzaladığı, Osmanlı’nın gizli paylaşım belgesi olan “Sykes-Picot” antlaşmasını açıkladı..
Büyük savaştan sonra Anadolu’da başlayan bağımsızlık mücadelesine en büyük destek yine Sovyetler Birliği’nden geldi. Doğu sınırlarını güvence altına alan Ankara antlaşması onların desteğiyle gerçekleşti.
Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte ise iki ülkenin arasında derin bir dostluk tesis edildi. Öyle ki, Taksim’e dikilen Cumhuriyet Anıtı’nda Atatürk’ün tam arkasında Kızıl Ordu’nun kurucusu General Frunze ile Mareşal Voroşilov yer alıyordu!..
İşler Büyük Devrimcinin ölümü sonrasında 2. Dünya Savaşı’yla birlikte değişmeye başladı. Önce Almanya ile savaşın sonlarına doğru ise ABD ile ilişkilerini sıklaştıran Türkiye ile Sovyetler Birliği’nin arası açıldı. 1945’te dünya paylaşımının yapıldığı Yalta Konferansı’nda ise Türkiye ABD etkinlik sahasında kalacaktı!..

Küçük Amerika yılları!..

Sonrası Türkiye açısından hazin, çalkantılarla dolu 71 yıllık bir süreci anlatır!..
1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’nin ilk yaptığı iş NATO’ya girmek uğruna Kore Savaşı’na katılmak oldu. 1952’de Kore’de verilen 1000’e yakın şehidin ve ABD’ye gösterilen sadakatin yüzü suyu hürmetine Türkiye NATO’ya üye oldu...
Alınan Amerikan yardımları, verilen Amerikan kredileri, açılan ABD üsleri neticesi sıkı bir Amerikan müttefiki olan Türkiye’nin Başbakanı Adnan Menderes, ülkenin hedefini meydanlarda şöyle anlatıyordu:
-Küçük Amerika olacağız!..
Artık Sovyetler Birliği en büyük tehdit olarak “Siyaset Belgesi”nin ilk sırasına yazılmıştı. Soğuk Savaş yıllarının NATO konseptinde Türkiye’nin görevi, herhangi bir savaş durumunda bu dev gücü 96 saat durdurmaktı, o kadar!..
Sonrasında ABD’nin emir-komutasında ihtilaller, darbe girişimleri, darbeler ve karşı devrim süreci açıldı... İsmet İnönü 1961’de Başbakanlık koltuğuna oturduğunda Amerika’dan şöyle yakınacaktı:
-Odamda iki kişiyle birlikte aldığım kararlardan, daha kapıdan çıkmadan Amerikalıların haberi oluyor!..
Demirel hükümetinin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in yine ABD’den yakınırken söylediği şu sözler de tarihe kazınacaktı:
-CIA altımızı oyuyormuş, haberimiz yokmuş!..
Türkiye ne zaman komşusuyla iyi ilişkiler, ekonomik işbirliği kurmaya kalkışsa başına olmadık dertler açıldı!.. 12 Eylül tamamıyla bir Amerikan organizasyonuydu! CIA’nın İstasyon Şeflerinden Richard Perle, darbeyi ABD Başkanı Carter’a “Our Boys have done it- Bizim çocuklar başardı!” sözleriyle bildirmişti!. Ana amaç, Afganistan’ı işgal eden Sovyetleri İslamcı ülkelerle kuşatmayı tasarlayan “Yeşil Kuşak Projesi” idi. Tabii bunun için de önce Türkiye’nin o kalıba sokulması gerekiyordu!..
-O da büyük bir başarıyla gerçekleştirildi!..

Pasifik’e dönen Türkiye’den ödleri patlıyor!..

1990’lar 20. Yüzyılın en çalkantılı dönemiydi...
Sovyetler Birliği’nin yıkılması, ABD’nin tek süper güç olarak ağırlığını koyması. Türk askerinin, ülkenin başına gelebilecek tehlikeleri sezmeye başlayarak Amerikan etkisinden sıyrılmaya yönelmesi, din soslu iktidar denemesi, 28 Şubat, üçlü koalisyon derken, ABD’nin engin desteğini alan AKP’nin tek başına iktidara gelmesiyle yeni ve ağır sonuçlar içeren bir dönem başladı...
Önceleri gayet iyi giden ilişkiler zamanın Başbakanı Erdoğan’a “Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eş Başkanıyım” bile dedirtmişti!.. Halbuki BOP, Türkiye’yi de parçalayacak büyük Amerikan projesinin adıydı!..
ABD desteğinde FETÖ kanadıyla birlikte “Türkiye’nin dönüştürülmesi” projesi 2012-13’lere kadar başarıyla uygulandı. Ancak Türkiye bölgesinde büyük bir yalnızlık çukuruna düşmüş, terör örgütü artık “bağımsızlık” demeye başlamış, ülke neredeyse Ortadoğu bataklığına boğazına dek batacak hale getirilmişti...
Rusya ile ilişkilerini sıcak tutmaya, geliştirmeye uğraşan Erdoğan ve AKP iktidarına en büyük darbe, Rus uçağının düşürülmesi oldu. Saray’a karşı en kanlı darbe ise 15 Temmuz’da denendi, ancak ilk kez sonuca ulaşamadı1..
Bu tarihsel özetten sonra gelelim yorum kısmına; Türkiye çok uzun yıllar sonra, Atlantik etkisinden kurtulup, Pasifik’te olması gereken konuma oturmak için adımlar atıyor, çok doğru yapıyor!.. Bu nedenle Erdoğan-Putin işbirliği büyük önem taşıyor!.. ABD ve AB bu birlikteliğin olası sonuçlarından büyük korku duyuyor.
-Rus-Türk yakınlaşması Batı’nın en büyük kabusudur!..
Türkiye, tam da bu nedenle başta Rusya olmak üzere bölge ülkeleriyle, tıpkı Cumhuriyet’in ilk dönemlerindeki gibi sıkı ilişkiler kurmalı hatta Şangay İşbirliği Örgütü’ne vakit geçirmeden üyelik başvurusu yapmalıdır. Ülkenin geleceği Avrasya’dır, Pasifik’tir!.. Rota yine Büyük Devrimci Atatürk’ün çizdiği aydınlanma devrimi yoluna dönmektedir ve dönecektir!..
-Bugünün muktedirleri istese de istemese de ülke Avrasya’daki geleceğini mutlaka inşa edecektir!..