Seni gayet iyi anlıyorum canım kardeşim, korkuyorsun!..
Ülkenin, çocuklarının geleceği için çok kaygılı hatta ölümüne endişelisin “yeni eğitimin” ne büyük bir tuzak olduğunu, tüm okulların imam hatipleştirileceğini, harem selamlık eğitimin kapıda olduğunu, küçücük kızların bile “seçmeli Kuran dersi” bahanesiyle tesettüre sokulacağını yeni yeni sezmenin o müthiş huzursuzluğunu yaşıyorsun..
Başbakan, “kürtaj cinayettir” deyince sarsılmıştın, Diyanet İşleri Başkanı, fetvayı dayayıp, “kürtaj haramdır” açıklamasını yapınca dehşete düştün.. Başbakan Yardımcısı, “Diyanet, laiklik ilkesine bağlı olmasın” diye konuşunca ülkenin ve milletin hangi sona mahkum edilmek istendiğini daha bir berrak görmeye ve de feryat etmeye başladın...
- Ama kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!..
Halbuki yıllarca o kadar yazdık, o kadar anlattık ki...
Tayyip Bey, Başbakan olarak ilk dış gezisini yaptığı Malezya’da “Türkiye’de bir İslam devrimi olmayacak mı?” sorusuna “Türkiye’de bir İslam devrimi olmaz. Çünkü Türkiye zaten modern bir İslam devletidir” karşılığını verdiğinde, aslında olacakları haber vermişti ama anlamadın, anlamak istemedin..
Neredeyse 10 yıl önce, İstanbul’un göbeğinde bir ilköğretim okulunda tesettür defilesi yapıldığında, iş yasasında tatil günleri serbest bırakıldığında, bizler, “bu gidiş Türkiye İslam cumhuriyeti yoludur” diye haykırdığımızda, senden tık bile çıkmadı ne yazık ki.. Hadi bizi anlamadın, Bulgaristan Stratejiler Merkezi’nden İvan Krasztev’in gazetelere nal gibi yansıyan şu sözleri de mi hiç aklını kurcalamadı:
-10 yıl sonra Atatürk’ün mirası kaybolacak. Türkiye’deki Cumhuriyet rejiminin laik niteliği zayıflayacak!..
Tınmadın bile!.. Zamanın Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in 1995 yılında yazdığı bildiride, “laiklik, cumhuriyetçilik ve milliyetçilik gibi bir çok temel ilkenin yerini daha Müslüman bir yapıya devretmesi zamanı geldi” dediği ortaya çıktığında, bırak tepki göstermeyi, zahmet edip neler olduğunu anlamaya bile çalışmadın.. Diyanet İşleri 2003’ün son günlerinde “yılbaşı haramdır” fetvası verince biraz tepki verir gibi yaptın, Diyanet kıvrak bir dönüşle, “kutlamalar evrenseldir” deyince mutlu olup sesini kestin. Cumhuriyet’te fetva olur mu diye sormak bile aklına gelmedi..

Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!..


Korkaklık, pısırıklık, bencillik sanki genlerine işlemişti...
İktidarın dinci yanaşmalarından biri, Irak’ın Necef kentinde ABD askerlerinin saldırısı sonucu ölenlerin gıyabi cenaze namazı kılınırken, “Necef benim için Çanakkale’den bin kat daha faziletlidir” dediğinde, yani atalarına, o şerefli kahramanlara uluorta hakaret ettiğinde dahi sesini çıkarmadın..
Daha dört yıl önce AİHM’nin, “öğrenci zorla din dersine sokulamaz” kararına karşı, Din Öğretimi Genel Müdürlüğü yetkilisinin tüyler ürpertici bir ayrımcılıkla, “Alevilerden kendisini Müslüman olarak görmeyenler, böyle bir dilekçe verirse din dersine girmez” açıklaması karşısında ayağa kalkan Alevi toplumunun yanında yer almadın... İzmir Karaburun’da gencecik bir kız mayoyla denize girdiği için yobazların saldırısına uğradığında da aymadın maalesef..
-Şimdi korkuyor, kaygılanıyor, ağlıyorsun...
Yukarıdaki örnekler, olanların milyonda biri.. Gidişata karşı çıkan yurtseverler içeriye tıkılırken, adım adım “padişahlık düzeni” kurulurken yalnızca, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” zavallılığına teslim oldun.. Hâlâ ağlıyor, hâlâ dövünüyorsun..
-Aynaya bakmaya, tiranlar deviren gücünün farkına varmaya korkuyorsun..

Uçurumdan düşeceksin hâlâ görmüyorsun!..


On beş yıllık “Fetret Devri” sürecinden süzülerek gelen bu yazıdaki her şey fazlasıyla gerçek oldu!..
Daha dün üniversite öğrencilerinin kaldığı devlet yurtlarında Diyanet’le anlaşma yapılıp Kuran kursları başlatıldı adına da “manevi rehber” denildi... Ülkenin en seçkin liseleri dahil neredeyse tüm okullar imam hatip okullarına dönüştürüldü...
Dün bir kez daha “sezaryen” tartışması başlatıldı; bir sonraki adımın “kürtaj” olacağını anlamak için uzman olmaya gerek yok, geçmişe bakmak yeterli!.. Bu sürecin sonunda ulaştığımız yer ise “Olağanüstü Hal” yönetimi... Seçimi ya da referandumu bile bu düzen içinde yapmayı düşünenler var. Başbakan sıfatlı muhterem adeta lütfedip, “yok canım o durumda OHAL kalkar” diye açıklama bile yapabiliyor!..
Dört tarafımız kan, ateş, ölüm haline dönüşmüş durumda... Şehit cenazelerinin ardı arkası kesilmiyor; bu ülkenin evlatları canını veriyor, kolunu, bacağını veriyor, kalbinin yanında terörist mermisiyle yaşamaya çabalıyor; hâlâ yürek acıtan, utandıran “kim gazi”, “kim şehit” tartışmaları yapılıyor...
-Ve sen hâlâ girdiğin karanlık kuytularda kurtarıcı bekliyorsun!..
Nazım çok doğru söylemiş:
-Bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef/ Koyun gibisin kardeşim/ gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen/ ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye/ Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani/ hani şu derya içre olup deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf/ Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende/ Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer/ ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak/ kabahat senin, — demeğe de dilim varmıyor ama — kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!