Dün yazdığım “Atatürk’e sığınma noktasına gelenler” başlıklı yazımdan sonra oturup, düşündüm; gerçekten halkımız bugün “nedamet getiren” gazeteci ve yazarların daha dün denilecek kadar kısa süre öncesine kadar ne yaptıklarını, neler yazdıklarını, insanların hayatlarını bir manşetle, bir köşe yazısı ile nasıl kararttıklarını yeterince anımsıyorlar mıydı?..
Yazıya değil, söze dayalı bir toplumun “hafıza sorununu” gayet iyi bildiğim için fırsat buldukça o “ateşten” günlerin yazılarını paylaşmak için arşivimi taradım; bu tipleri afişe ettiğim o kadar çok yazım vardı ki, inanın ben bile inanamadım!..
Bugün size 2009 başlarında “kumpasçıları” isimleriyle anlattığım bir yazımı paylaşacağım; bugün zindanda ya da dışarıda ağlaşan bir takım “sefillerin” Silivri’de eli kolu bağlanmış yurtseverlere karşı nasıl “aslan kesildiklerini”, namuslu yargıçlara nasıl saldırdıklarını, nasıl yargısız infaz yaptıklarını okuyacaksınız...
O günlerde her yazımın altında Mustafa Balbay’a bir mektup yazardım. Yanılmıyorsam tam 124 mektup yazdım. O mektubu da aynı konuya ait olduğu için, bütünlüğünü bozmamak adına çıkarmadım.. Şimdi okuyun ve lütfen düşüncelerinizi paylaşın...

Vallahi siz düşünün!.


Aşağıdaki alıntı, Yeni Şafak gazetesinin 26 Mart 2009 Cuma günkü manşetinden:
-Tahliyeler hep aynı hakimden… Darbe Andıcı’ndaki ıslak imzanın sahibi Dursun Çiçek’i tahliye eden, Kafes iddianamesine ‘ret’ oyu veren Hakim Oktay Kuban yine sahneye çıktı. Balyoz soruşturmasında tutuklanması istemiyle mahkemeye sevk edilen Korgeneral Yurdaer Olcan’ı serbest bıraktı.
Şimdi okuyacağınız alıntı da, Star gazetesinin 29 Mart Pazartesi günkü haberinden:
-Tümgeneral Dalay da Hakim Kuban’a denk geldi… Tümgeneral Abdullah Dalay, kendi isteğiyle Ergenekon sanıklarının “Bizden” dediği İstanbul 12. Ağır Ceza Hakimi Oktay Kuban’ın nöbetçi olduğu gün adliyeye geldi ve daha önceki Ergenekon sanıkları gibi “delil yetersizliği” ve “adresi sabit” olduğu için tutuklanmasına gerek görülmedi.
Bu da, 29 Mart tarihli The Taraf’ın manşetinden:
-Savcı yakalar Kuban bırakır… Tümgeneral Dalay’ın ifadeye dün gelmesinde, Kuban’ın Nöbetçi 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görev yaptığı günü tercih etmesinin rol oynadığı sanılıyor.

Yaşadığımız haysiyetsiz süreç!..


Bunları okuyunca, daha geçen hafta The Taraf’ın Genelkurmay Başkanı Başbuğ’a hitaben attığı şu sürmanşet aklıma geldi:
-Vallahi sen düşün!..
Haberde, Başbuğ’un “gerçeğin ve 3. Ordu Komutanı Berk’in arkasındayız” açıklamasıyla suç işlediği ileri sürülüyor, anayasa ve ceza kanununun şu maddeleri nal gibi veriliyordu:
-Anayasa madde 138: Kimse mahkemelere talimat veremez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.. TCK 288: Bir soruşturma ya da kovuşturma sonuçlanmadan, savcı ya da hâkimleri etkilemek için konuşan kişi, üç yıla kadar hapisle cezalandırılır..
The Taraf’ın ABD’den ithal yönetici yazarı Yasemin Çongar öylesine öfkelenmişti ki, “siz dünyanın herhangi bir demokratik ülkesinde böyle bir rezalet gördünüz mü?” diye haykırıyordu!..
Peki siz, dünyanın herhangi demokratik bir ülkesinde, kendi istedikleri doğrultuda karar vermediği için bir hakime böylesine hayasızca, böylesine hedef göstererek, böylesine zorbaca saldırıda bulunan gazeteler gördünüz mü?.. O hakime iftiralar savurarak, diğer hakimler üzerinde de baskı yaratma cinliği yapan gazeteler gördünüz mü?. Anayasa ve ceza kanununun o maddeleri bu tür alçaklıkları kapsamıyor mu yoksa?..
Şöyle bir düşünün; bizler, örneğin Silivri Mahkemesi’nde aylardır başkan ısrarla tahliye istediği halde, sürekli ‘ret’ oyu veren üyeleri kalemimize dolasak, örneğin Erzincan davasında tutuklananlar için “hep aynı hakim tutukladı” diye yayın yapsak, yukarıdaki gazeteler ve televizyonları ne türden bir “linç” kampanyasına girişirlerdi acaba?!..
Yaşadığımız bu karanlık süreç, aynı zamanda yanaşmalığın, tetikçiliğin, haysiyet cellatlığının, zorbalığın baş tacı edildiği, ödüllendirildiği bir süreç, ne yazık ki!.. Ama bu günler de geçecek. Günümüzün haysiyet cellatlarına, The Taraf’ın manşetini armağan ediyorum:
-Vallahi siz düşünün!..

Bir yurtsevere mektup (56)


Sevgili kardeşim Balbay, yine bir akıl tutulması sürecinden geçiyoruz! Gerçi diyeceksin ki, “yıllardır içindeyiz zaten, bu da o sürecin devamı”, çok haklısın!.. Aslında ben AKP’nin yapmak istediği anayasa değişikliğine hiç şaşırmıyorum, adamlar “kendi mantığında” gayet haklı… Yargıyı da tamamına erdirince önleri açılacak!.. Midemi bulandıran; liberal, özgürlükçü, demokrat maskesi altında bu diktaya gidişi alkışlayanlar..
Cüneyt Ülsever’in “Pahalandıkça ucuzlayan meta: Köşe yazarlığı”, ardından da sevgili Orhan Bursalı’nın “Karşıdevrimin Çocukları” başlıklı yazılarını eminim okumuşsundur. Cengiz Çandar’ın Başbakana “senin avukatlığını yaparken iyiydi ama” seslenişi, Mehmet Altan’ın, “bana yapılan vaatlerle, şimdiki uygulamalar çok farklı” yakınması, kimin nerede durduğunu gayet net bir şekilde gösteriyor aslında!.. Bursalı bunu gayet veciz şekilde ifade etmiş:
-Şimdi iktidara iki laf etmeyelim mi: Ayıp denen bir şey var! Kullan, kullan at, yapılır mı insancıklara?!..
Seni ve tüm yurtseverleri sevgi ve kararlılıkla kucaklıyorum kardeşim..