Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) yönetilen Türkiye’de geldiğimiz durum ortada...
Son olarak Saray’ın “baş çobanlığını” da ilan etmesiyle tablo daha bir açık hale geldi... Hem de öylesine açık bir hale geldi ki, ana muhalefet partisi CHP’nin lideri Kılıçdaroğlu bile şu açıklamayı yapmak zorunda kaldı:
- Beni de tutuklayabilirler!..
Toz duman arasında kitlesel tutuklamalar, yandaş medyada yargısız infazlar hız kesmeden sürüyor. Üniversitelerde yaratılan “oksijensizlik” sorunu artık “boğulma” aşamasına sıçradı. Boğaziçi Üniversitesi’nin seçimlerde yüzde 86 oy alan Rektörü, saf dışı edilip, Saray’ın KHK’dan aldığı yetkiyle aday bile olmamış birini rektör ataması sonucu öğretim üyeliğinden istifa ettiğini açıkladı... Hapishanelerde art arda intihar vakaları sıradan bir haber haline dönüştü... Kısacası tam da Cumhurbaşkanı’nın bir süre önce söylediği bir düzene iyice alıştık:
-At izinin it izine karıştığı bir süreci yaşıyoruz!..
Tabii bir de hapishanede olanların durumu var; aralarında bugünlere gelinmesinde engin desteği bulunan, bu iktidarı ve başını daha düne kadar yere göğe koyamayan, muhalif olanları yerin dibine sokan, Ergenekon, Balyoz, Casusluk kumpaslarında utanç verici bir biçimde başrol oyunculuğuna soyunan yazarların da bulunduğu “liberal” arkadaşlar adeta içeride unutulmuş bir hale sokuldular...
İşte bu arkadaşları yine en büyük hakaretleri yağdırdıkları, en ipe sapa gelmez suçlamaları yönelttikleri CHP milletvekilleri hatırladı!.. CHP Cezaevleri İnceleme Komisyonu Sözcüsü Veli Ağbaba ve Muğla Milletvekili Nurettin Demir, bu kişilerin de aralarında bulunduğu yazarları Silivri Cezaevi’nde ziyaret etti, ardından da bir rapor hazırladı... Rapora bakınca gördük ki, Büyük Devrimciyi olmadık suçlamalarla hedef gösteren muhteremler dahi nedamet getirmiş!.. Hatta birisinin öyle canı yanmış ki, şu itirafı bile yapmış:
-Bunları görünce Atatürk’ü tutuyor noktasına geldim!..

Silivri: Günah çıkarma merkezi!..


Kim olduğunu hemen anladınız sanırım:
-Aşk romanlarının ünlü yazarı, yurtseverlerin zindanlara tıkılmasında en önde bayrağı sallayan misyoner The Taraf gazetesinin unutulmaz genel yayın yönetmeni Ahmet Altan’dan söz ediyorum...
Bu muhterem zat, Atatürk’e “sırf balolar düzenlemek, gönlünce dans edebilmek için” Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduğu suçlamasını yapan kişiydi!.. Lozan’da milyonlarca metrekare toprak kaybettiğimizi iddia edecek kadar yalan dolana bulanan da oydu!.. Kurtuluş Savaşı’nı yerin dibine sokup, “Türk-Yunan savaşıdır alt tarafı” çamurunu ustası İdris Küçükömer’den ödünç alıp sıvayan da bu muhteremdi!..
Silivri’de, karşısında CHP’li milletvekillerini görünce pek sevinmiş ve o coşkuyla bakın neler söylemiş Ahmet Altan:
-Tutuklu değiliz, esiriz... darbecilerle hırsızların el ele verdiği bir güçle karşı karşıyayız. Bizi AKP ve CHP tabanı anlamıyor, biz onun için yalnızız... CHP; Balyoz ve Ergenekon’dan bize kızgın, AKP diktatör dediğimiz için kızgın. Herkes nefret ediyor... Bunları görünce Atatürk’ü tutuyor noktasına geldim... Kendine Atatürk’ü rakip görüyor, onun resimlerini indiriyor. Bugün Atatürk’ü arar hale geldik...
Çok ilginç; demek Silivri’den öyle görünüyor!.. Kardeşi Prof. Mehmet Altan da Silivri’de yatıyor, biliyorsunuz; o da ziyaretçilerini şu sözlerle karşılamış:
-Darbe Komisyonu’na çağırıldım, şimdi darbecilikle suçlanıyorum. Cemaat devleti ele geçiriyorsa devlet devlet değildir dedim. Zaman’da yazmadım, akıllı telefonum yok, ByLock yok, Eagle yok. 5 yıl önce Bank Asya’dan 3 ay üniversite maaşımı almışım...
Bu muhterem zat, 90’ların başında 2. Cumhuriyet bayrağını açan, AKP iktidarını en başından büyük coşkuyla destekleyen, iktidar gazetelerinde başyazarlık yapan bir arkadaşımızdı... Ne zaman ki “kullanım süresi” dolup, bir köşeye atıldı, o zaman keskin bir muhalif oluverdi. Demek ki Silivri zindanında epey bir “muhasebe” yapmış...

“Bizim de suçumuz var!”


Ağbaba ve Demir, görüşmelerden sonra yazdıkları raporda gazeteci ve yazarların şu sözlerini aktardılar:
-CHP, geçmişte yaptığımız eleştirileri görmeden bizim haklarımızı savunduğu için minnet duyuyoruz... AKP’nin bu noktaya gelmesinde bizim de suçumuz var. Tek adam rejimine gidilmesinde hatalarımız var...
Şu sözleri keşke binlerce yurtsever zindanlarda yıllarca çürütülmeden, utanç kumpaslarında piyon olunmadan, bugün “Tek adam rejimi” dediklerini bu halkın bir bölümüne allayıp, pullayıp pazarlamadan, ülke faşizmin karanlığına yuvarlanmadan yapsalardı... Örneğin yıllar yılı Zaman gazetesinde muhalefete en ağır eleştirileri yapan, iktidara güzellemeler yazan Şahin Alpay keşke o gün “Türkiye’nin umudu CHP’dir” diyebilseydi!..
Benim o raporda “işte budur” dediğim sözleri ise, tamamen karşı ceplerde olduğumuz, İslamcı görüşleriyle bilinen ancak dürüstlüğünden şüphe duymadığım Ali Bulaç söylemiş:
-Birçok bakan, milletvekili benim yanımda yetişti. Erdoğan’a üç buçuk yıl danışmanlık yaptım, eleştirel durdum. “Medine Vesikası” önemlidir, tekrar gündeme gelmeli. Solcu, sağcı, Müslüman, ateist, komünist hepsi bir araya gelmeli, büyük bir kubbe oluşturulmalı. Bu kubbenin yarım ayakları özgürlük, ahlak, adalet, birlik olmalı...
Ali Bulaç, teşhisi ve karanlıktan çıkışın formülünü gayet iyi açıklamış... Gerçekten ülkenin yeniden “güneşli günlere” ulaşmasının biricik anahtarıdır bu:
-Karanlığı aydınlığa çevirecek olan, bu asil milletin el ele ayağa kalkmasıdır!..