Bu yazı zaten yazılacaktı...
Başlığı bile aynı olacaktı; üstelik esinlendiğim kent de Gaziantep’ti!.. Birkaç gün önce gazetelerden birinde gördüğüm fotoğraftan fena halde ürkmüş, bir o kadar da üzülmüştüm; Çocukluğumun kısa bir bölümünün geçtiği, daha bir kaç yıl öncesine kadar “Anadolu kaplanı” olarak anılan, milyar dolarlık ihracata imza atan bu kent için gazetenin koyduğu başlık iç acıtıcıydı:
-Adeta Kabil!..
Ve ne yazık ki bu tespit doğruydu!.. IŞİD’li çapulcuların karargah kurduğu, cirit attığı Gaziantep tıpkı bir Ortadoğu kenti görüntüsü veriyordu!.. Bizim “en büyük Türk büyüklerinin” önlerini bile göremedikleri ve büyük bir tevazu(!) ile “stratejik derinlik” adını verdikleri körlük politikası nedeniyle bir kaç yıl içinde tepe taklak olan, giderek fakirleşen Gaziantep, tıpkı bir zamanlar ilçesi olan Kilis gibi Ortadoğulu çapulcuların “terör üssü” haline getirilmiş, bir Ortadoğu kentinden farkı kalmamıştı!..
Ben tam bunları düşünüp, yazımı tasarlarken bu talihsiz kent korkunç bir trajedi ile daha sarsıldı... Daha önce de defalarca terörün hışmına uğramış olan Gaziantep’te bu kez 51 kişinin parçalanarak ölmesine neden olan bir canlı bomba saldırısı yaşandı... Bir düğün öncesi kına gecesi esnasında yapılan saldırıda ölenlerin çoğu küçücük çocuklardı...
-Onları kendisini patlatarak ölüme götüren de ne yazık ki bir çocuktu!..

O güzel günler mazide kaldı!..

Bir gazeteci olarak yıllar içinde bir çok Ortadoğu ülkesine gittim...
Irak, İran, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, İsrail, Libya ve Suriye’yi gördüm... Ülkeye her dönüşümde büyük bir ferahlama duygusu yaşardım... Bizlere bu ülkeyi, cumhuriyeti armağan eden, “Yurtta barış, dünyada barış” gibi bir politikayı büyük bir ustalık ve öngörü ile yürüten ve hem Balkanlar’da hem Ortadoğu’da başarılı paktlara imza atan Mustafa Kemal Atatürk’ü her defasında bir kez daha minnet ve hayranlıkla anardım...
Atatürk’ün ölümünden sonra onun devrimlerinden giderek uzaklaşan, özellikle 1950’den itibaren Türkiye’yi sıradan bir devlet haline hatta “uydu ülke” konumuna sürükleyen hükümetler, nedense onun dış politikasını bir ölçüde de olsa sürdürdü. Türkiye, Ortadoğu’nun bitişiğinde, bin kilometreyi aşkın Suriye, Irak, İran sınırdaşlığı ile Ortadoğu yaşamından uzak bir yaşam sürdürdü...
Yanı başımızda yaşanan savaşlardan, kanlı terör olaylarından fiziki olarak hiç etkilenmedi... Tam tersine yaşanan sorunların çözümü için çoğunlukla “arabulucu” ülke sıfatıyla işlev gördü. Hep saygı duyulan, çözüm için katkısı istenen ülke konumuna sahip oldu...
Bizler, bu ülkenin insanları patlayan bomba yüklü kamyonları, intihar bombacılarını, büyük terör saldırılarını hep televizyonlarda izledik, gazetelerde okuduk... Mesafe olarak çok yakın ama düşünce ve yaşam tarzı olarak çok uzak zamanlardı... seyreder, okur, “vah vah” diye üzülür ve kendi yaşamımıza dönerdik... O yaşamların ve o ölümlerin bizim yaşantımıza karışacağını, onlar gibi olacağımızı hiç düşünmez, ihtimal bile vermezdik!..
Sonra, hırsları akıllarının çok ötesinde siyaset erbabı hem de tek başına iktidarı ele geçirdi... Ve “Ortadoğululaşma yılları başladı, hem de “Avrupa Birliği’ne giriyoruz” çığlıkları atılarak, gündüz
vakti havai fişekler atılarak!.. Daha geçen gün bu hükümetin sözcüsü itiraf etti; aynen şöyle dedi:
-Başımıza ne geldiyse Suriye politikası nedeniyle geldi!..

Yeni Osmanlıcılık hayalleri!..

Söylediği çok doğruydu ama eksikti...
Başımıza ne geldiyse “kifayetsiz muhterislik” yüzünden geldi!.. Neredeyse 15 yıldır ülkeyi “babasının çiftliği” gibi yöneten muhterem Türk büyüklerine 780 bin kilometre kare büyüklüğündeki Türkiye Cumhuriyeti yetmiyordu; “eski bakiyemiz” dedikleri Ortadoğu ülkelerine göz diktiler... Irak’ta masaya dahil olmayı istediler, olmadı... Libya’dan pay kapmak istediler o da olmadı... Suriye’nin paylaşımı gündeme gelince iştahla öne atıldılar... Daha düne kadar “kardeşim Esad” dedikleri kişi bir anda “zalim Esed” oluverdi!.. Gözlerini o kadar hırs bürümüştü ki, açık açık işgalden bile söz ettiler:
-15 güne kalmaz Emevi Camisi’nde namaz kılacağız!..
O sözlerin üzerinden beş yıl geçti... Türkiye’nin bu beş yıl içinde sıradan bir Ortadoğu ülkesinden hiçbir farkı kalmadı. Başkentinin göbeğinde iki büyük katliam yaşadı. Mega kentinin kalbinde defalarca canlı bombalar kendini patlattı. Diyarbakır’da, Suruç’ta, Hatay’da Gaziantep’te yüzlerce insan bombalı saldırılarda yaşamını yitirdi. Sınırlarımız delik deşik oldu... Neredeyse her ile, her ilçeye şehit cenazeleri yağdı... “Yurtta barış dünyada barış” politikasına korkaklık, bu politikanın mimarına “ayyaş”, diplomatlara “monşer” diyen kafa, “değerli yalnızlık” adını taktığı ibiş “yeni Osmanlıcılık” politikasıyla güzelim ülkeyi, yapayalnız bir Ortadoğu ülkesine çevirdi!..
Geldikleri noktada dönecek hiçbir yerleri kalmayınca tüm haltları beraber tasarladıkları arkadaşlarını aslanların önüne atıp, özürler dileyip, “kandırılmışız” teranesi ardına saklanıp, 180 derece dönüşle tükürdüklerini afiyetle yalama pozisyonu aldılar... Adeta kendini feshetmiş bu muhalefetin yardımıyla bunu da başarırlar elbet; nasıl olsa “milli iradenin” desteği de arkalarında...
-Alkışlanacak başarı!!!