Moskova’da Rusya, Türkiye ve İran’ın katılacağı Suriye Zirvesi’ne yalnızca saatler kalmıştı...
Halep’in Esad güçleri tarafından ele geçirilmesine Türkiye ile birlikte başta ABD olmak üzere Batı da sert tepki göstermiş, Amerikalılar İranlı Kudüs Kuvvetleri Komutanı Tümgeneral Kasım Süleymani’nin Halep sokaklarında görülmesine çıldırmış, konuyu Birleşmiş Milletler’e taşıyacağını açıklamıştı...
Batı, aylardır Türkiye-Rusya yakınlaşmasını endişeli bir şekilde izliyordu. Yalnızca izliyor muydu yoksa bu yakınlaşmayı berhava edecek tezgahlar üzerinde de çalışıyor muydu diye soracak olursanız yanıtım “Evet!” olacaktır... Türkiye bir hafta içinde iki büyük saldırıyla sarsıldı; Beşiktaş ve Kayseri’de 58 insanımızı kurban verdik... Ve hemen ardından Cumhuriyet tarihinde bir ilk gerçekleşti, bir büyükelçi, üstelik aramızın yeni yeni düzelmeye başladığı Rusya’nın Büyükelçisi suikasta kurban gitti...
-Hem de Çevik Kuvvet’te görevli bir polis eliyle!..
Yazının girişine “Suriye Zirvesi” ni özellikle koydum. Bugüne dek, Batı’nın kurguladığı oyunu, onun seçtiği mekanlarda, örneğin Cenevre’de, Brüksel’de, New York’ta izlemeye alışmıştık!.. Her konuda direksiyona ABD ve Batı’nın egemen olmasını adeta kanıksamıştık.
Ancak Suriye için Moskova’da yapılan zirve ile bölge ülkeleri ilk kez dev bir adım attı... üstelik üç dışişleri bakanının bu tarihi buluşmasının ardından devlet başkanlarının bir araya geleceği çok önemli bir toplantı daha var.
-Astana zirvesi!..
Yani bu toplantı da Asya’nın bir başka ülkesinde, Kazakistan’ın başkentinde yapılacak ve Suriyeli muhalifler de bu zirveye katılacak...
-İşte ABD’nin ve Batı’nın hazmedemediği de bu!..
Güç ekseninin görünür bir hızla Atlantik’ten Pasifik’e doğru kayması, bölge ülkelerinin inisiyatif üstlenmekte tereddütsüz davranması ABD liderliğindeki Batı’yı kara kara düşündürüyor...
-Başımıza çöreklenen felaketlerin izahı da işte bu hazımsızlığın sonucu!..

Neden sağ yakalanmadı?


Gelelim suikastçı polisin profiline...
Dün sabah tüm gazeteleri taradım; birkaçı hariç tümü “kuklayı oynatanın” kimliğini çözmüştü:
- FETÖ!..
Olabilir tabii; ancak sonuçta o da bir kukla!.. Mevlüt Mert Altıntaş’ın okul yıllarında Fetullahçı dershaneye devam ettiği şıp diye ortaya çıkarıldı... Hatta 15 Temmuz’dan sonra örgüte yakın olduğu iddiasıyla gözaltına alınıp, serbest bırakıldığı bile iddia edildi. Madem öyle niçin görevine devam ettirildi, niçin silah taşımasına engel olunmadı sorularının artık bir anlamı var mı, emin değilim!..
Suikastçı, Büyükelçi Andrey Karlov’u kürsüde konuşma yaparken sırtından vurduktan sonra Türkçe ve Arapça propaganda yaptı. Arapça sözlerin, Suriye’deki El Kaide türevi El Nusra’nın marşının ilk bölümü olduğu da yazılıp söylendi. Ardından Türkçe olarak “Halep’i unutmayın, Suriye’yi unutmayın” diye bağırarak tekbir getirdi ve şahadet işareti yaptı. Büyükelçiye 9 kurşun isabet ettiren, 11 kurşun sıktığı belirlenen bu polisin daha sonra ikinci kata çıktığı ve orada kıstırılıp öldürüldüğü de açıklandı. Yaşamsal soru şu:
-O kadar kurşunu harcayan, rehine almayan bu adam niçin sağ yakalanmadı?..
Şayet sağ ele geçirilseydi bugün el yordamıyla bulunmaya çalışılan gerçekler bizzat failin ağzından alınmaz mıydı?!.
Başbakan Binali Yıldırım, “başkalarını da öldürebilirdi. O yüzden etkisiz hale getirildi” diyor ancak görüntüler bu tezi hiç mi hiç desteklemiyor... Katil isteseydi o 40 dakika içinde bir çok kişiyi öldürebilirdi ama yapmadı... Öyleyse “katilin konuşması, gerici profilinin ortaya çıkması mı istenmedi?” sorusu öne çıkıyor...
-Kafa karıştırıcı değil mi?!.

Peki ya hedef gösterenler!..


Peki ya zamanlamanın “cuk oturmasına” ne diyeceğiz?..
Yukarıda anlatmaya çalıştım; bu suikast en çok kime yarar, kimi provoke eder, kimin zararınadır?. Tabloyu net olarak görmek için tümünü masaya yatırmak gerekiyor. Öncelikle Halep’in cihatçılardan geri alınacağının ortaya çıkması üzerine dört koldan yapılan “algı operasyonuna” daha yakından bakmak da gerekiyor haliyle...
Ankara’nın göbeğinde, Yenikent Ahmet Çiçek Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nin duvarlarında yer alan panolara “Yetim Kardeş” başlığı altında hazırlanan afişler yerleştirildi. İHH’nın hazırladığı afişlerde Putin, Obama, Esad ve İran İslam Cumhuriyeti dini lideri Ali Hamaney’in karikatürize edilmiş fotoğrafları yer aldı. Başlığı da şöyleydi:
-İnsanlığı katleden katiller!
Ayrıca panolarda cihatçıları öven, yazı ve fotoğraflar da yer alıyordu. O panolar, Rus Büyükelçiye yapılan suikast sonrası dün sabah kaldırıldı!..
Peki, yandaş yazarların, insanların duygularını ve tabii öfkelerini harekete geçiren makalelerine ne demeli?. İşte bir örnek; Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül suikastın ardından CIA’yı işaret edip, Türkiye ve Rusya’nın ABD ile ilişkilerinin çok ağır darbe alacağını yazdı. Halbuki aynı muhterem Halep’te cihatçılar yenilince şöyle yazmıştı:
-Esed’i, Rus’u, PKK’lısı, Hizbullah’ı, İran’ı... Hep birlikte bu kadim şehri yerle bir ediyor şimdi... Halep er ya da geç intikamını bu ülkelerden alacaktır. Bunu biliyoruz. Çünkü bütün şehirler intikamını er ya da geç almıştır...
Yalnızca bu iki örnek bile insanların nasıl bir “algı bombardımanıyla” provoke edildiğini gayet açık şekilde gösteriyor...
-Ülkemizin çıkmazı işte bu kafalardır!..