Türkiye, 15 Temmuz’da bir varoluş-yok oluş savaşı yaşadı...
Ülkeyi bir Ortaçağ karanlığına hapsedecek kanlı darbe girişimi, bu kalkışmaya karşı çıkan asker, polis, demokrasiden yana olduğunu gösteren siyasetçi ve sokaklara dökülen, meydanlara çıkan halkın fedakar karşı duruşuyla önlendi... Türkiye uçurumun kenarından elbirliği ile döndürüldü...
-Türk halkı dünyaya müthiş bir mesaj vermişti!..
Sonra Cumhurbaşkanı ve iktidarın çağrısıyla “demokrasi nöbetleri” süreci başladı... demokrasi için tutulan nöbet elbette takdire şayandı, tekrar darbeye tevessül etmeye yeltenenlere ve dünyaya gayet yerinde bir mesajdı... Tabii bu nöbetler esnasında açılan “şeriat” bayraklarına, atılan gerici sloganlara da “madem demokrasi var, olacak artık o kadar” denildi, “peki” dedik...
Büyük mitingler düzenlendi... Bu mitinglere her kesimden, her ideolojiden insanlar davet edildi. Onlar da bu davete karşılık verdiler. Demokrasi nöbetleri, dev demokrasi mitinglerine dönüştü. Çok özlenen, çok sevindiren, mutlu eden gelişmelerdi...
-Demokrasi adına, uzlaşma adına, gerginliklerin, ayrımcılığın, ötekileştirmenin sona ermesi adına umut verici görüntülerdi...
Bu yaşananlar arasında olağanüstü hal (OHAL) ilan edildi hem de tarihte ilk kez tüm Türkiye’yi kapsayacak şekilde, olağan karşılandı “mecburiyetten” denildi... Çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelere(KHK), ilk gecenin ardından on binlerce insanın açığa alınmasına, gözaltı ve tutuklamalara genel olarak ses çıkarılmadı, “eşyanın tabiatına uygundur” mesajları verildi. Bu satırların yazarının da arasında bulunduğu az sayıda gazetecinin, bir kısım siyasetçinin “bu yol demokrasiye çıkar gibi görünmüyor” uyarıları arada kaynadı gitti!..
-Sonra o büyük gün geldi...

Yenikapı “demokrasi” buluşması!..

Yenikapı’da 7 Ağustos’ta milyonlar buluştu...
Devletin zirvesi tam tekmil oradaydı... Muhalefet liderleri HDP dışında oradaydı... İşadamları, yazarlar ve sanatçıların her kesimden, her düşünceden temsilcileri oradaydı... Herkesin elinde Türk Bayrağı, başında ay yıldızlı şapka vardı.. Meydanda kimine göre 3, kimine göre 5 milyon insan toplanmıştı...
-Ülke tarihinin en büyük buluşmasıydı!..
Gerçi, dünyaya böylesine birlik-beraberlik görüntüsü veren, hayranlık uyandıran bir buluşmada, Rabia işaretlerinin yapılması, IŞİD bayrağına benzer bayrakların açılması, idam cezasına güzellemeler yapılması çok arzulanan görüntüler değildi ama “demokratik uzlaşmayı, birlik görüntüsünü” bozmamak adına bu da “demokratik tahammül” denilerek görmezden gelindi... Hatta Ertuğrul Özkök , “alana geldiğimiz teknede, Hürriyet baskınında başı çeken Abdürrahim Boynukalın da vardı. O ve arkadaşları tekbir getirdi, sonra 10. Yıl Marşı söylendi, çok güzel görüntülerdi” bile dedi...
Peki sonra ne oldu?.. Büyük buluşmanın üzerinden birkaç gün geçtikten sonra “demokrasi nöbeti” bitti, Türk bayrakları sarıldı, yerine “linç bayrakları” açıldı; hem de gencecik bir sanatçının üzerinden!.. O güne dek, kurunun yanında yaş da yanarken “dur bakalım ne olacak?” diye beklemeye geçmiş olanlar da dahil bir şaşkınlık hali yaşanmaya başladı...
-Ne oluyordu sahiden?..

Bu mu yeni Türkiye?!.

Olan, aslında o güne dek sıkça yaşadıklarımızdan farklı değildi!..
Sıla isimli bir genç şarkıcı, bir gazetecinin miting öncesi ayaküstü sorduğu “siz de gidiyor musunuz Yenikapı’ya?” sorusuna şu yanıtı vermişti:
-Darbelere karşıyım. Ama böyle bir şovun içinde olmak istemem!..
Aslında o mitingi ekranlardan izleyen ben dahil bir çok kişinin düşüncesini seslendirmişti... Bu sözler medyaya yansıdığı an, demokrasi nöbeti, demokratik uzlaşma, kardeşlik gibi söylemler iktidar yanlısı kesim cenahında adeta buharlaşıverdi; inanılması zor bir linç kampanyası başladı!.. Küfrün, tehdidin bini bir para haline dönüşüverdi... O gencecik kız geri adım atmadı; “Demokrasiye sığınarak söylediklerim, demokrasi mitingine katılmama gerekçemin geldiği noktayı şaşkınlık ve biraz da üzüntü içinde izlemekteyim” dedi. Sonra da bir demokrasi dersi verdi:
-Demokrasi farklılıklara saygı duymanın, o renkli farklılıklarla omuz omuza yaşamayı becerebilmenin adıdır..
Evet, demokrasi en basit anlatımıyla buydu. Ancak kampanyayı körükleyenlerin umurunda değildi; olay “demokrasi şehitlerine ve meydana toplananlara karşı yapılıyor” algısını yaratmak için devam ettiler... Durumdan vazife çıkaran koca koca belediye başkanları talimat verdi; şarkıcının konserleri art arda iptal edilmeye başlandı. Akşam Gazetesi sürmanşetinden bu “muzaffer” durumu şöyle duyurdu:
-Sıla’nın şovu başlamadan bitti!..
Sevinçten neredeyse şıkır şıkır oynayacaklardı!.. Bu hazin durumu izlerken aklıma Ergenekon, Balyoz, Casusluk kumpasları sırasındaki “Cadı avı” süreci geldi. O zamanlarda da bir eleştiri yapmaya kalkışsanız yapıştırılacak çamur hazırdı:
-Sen Ergenekoncu musun?.. Sen darbeci misin?..
Şimdi sıfatlar değişti; artık “sen FETÖ’cü müsün?” olmazsa “sen demokrasiden yana değil misin?” çamurları sıvanıyor... Üstelik demokrasinin “d” sini bile anlamaktan aciz kafalar tarafından!.. İki hafta önce, izne ayrılmadan yazdığım “Bu yol demokrasiye değil karanlığa çıkar” başlıklı yazımda, gördüğüm vahim gelişmeleri ve düşüncelerimi paylaşmış ve yazımı şöyle noktalamıştım:
-Bu yolun sonunda olsa olsa ancak ÇÖKÜŞ olur!..
Yine de yanılmayı umut ediyorum...