Cemaatin en gözde elemanlarından biriydi...
O kadar ki, lakabı “Cemaatin Prensi” idi! Doğal olarak eşi yazar Elif Şafak için de “Cemaatin Prensesi” yakıştırması yapılıyordu... Genç yaşına rağmen kısa sürede sivrilmiş, ön plana geçmiş ve Doğan Grubu’na bağlı Radikal Gazetesi’nin genel yayın müdürlüğü koltuğuna oturmuştu. Ancak gazete bir yığın “yenilikçi” hamleye, iyi fiyatlarla transfer edilen solculuktan emekli, liberal cenaha savrulmuş, Cemaatle arası iyi “yazarlara” rağmen bir türlü tiraj alamıyor, aksine sürekli kan kaybediyordu...
Sonunda gazetenin kağıt baskısına son verildi, dijital dünyaya postalandı; Cemaat Prensi Eyüp Can ise yeni bir kartvizite kavuştu: “Hürriyet Digital Yayın Koordinatörü!” Dijital yerine “Digital” denilmesi kimin tercihiydi bilemiyorum ama yine olmadı; Prens bir türlü istenen kıvamda yararlı olamıyordu... Üstelik saraya bağlı kalemlerin sürekli ateşi altındaydı... Aydın Doğan’a açıkça bu arkadaşın kovulması için çağrıda bulunuyorlardı... Örneğin Cem Küçük şöyle sesleniyordu:
-Eyüp Can, Nazlı Ilıcak ve Bülent Mumay’la ilgili gereğini yap biz de merhamet edelim. Yoksa bedelini ağır ödeyeceksin!..
İstedikleri oldu; bu üç isim de kısa aralıklarla gönderildi! Eyüp Can’ın “kovuluş seremonisi” esnasında Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin Can’a, “hep iyi bir yönetici ve entelektüel bir gazeteci olarak gruba yaptığı katkılardan ötürü” teşekkür etti...
Sonra?.. Sonrası yok!. Eyüp Can yok oldu, adeta buharlaştı!.. Uzun süre ne bir ses, ne bir nefes duyulmadı entelektüel prensten...
-Ta ki darbe girişiminin onuncu günü olan pazar gününe dek!..

Gözaltı kararlarının eşiğinde günah çıkarma seansı!..

CHP’nin Taksim’de düzenlediği “Demokrasi Mitingi” esnasında, darbe girişiminden on gün sonra Eyüp Can aniden zuhur ediverdi; hem de ne ediş!.. Önce ellerini yıkama seansıyla başladı:
-Bu kanlı, korkunç darbenin boyutları ortaya çıktıkça, görüntüleri izledikçe bunu tasarlayan-destekleyen-yapanlardan duyduğum tiksinti artıyor...
On gün sonra atılan bu mesaj tatmin etmemiş olmalı ki, daha keskin bir mesaja gereksinim duydu:
-Diyalog, hoşgörüden bahseden bir cemaat içinden eli kanlı darbeci zihniyet çıkması korkunç.! Halkına kurşun sıkanları tüm varlığımla lanetliyorum...
Sonra da günün anlam ve önemine yakışan bir birlik mesajı daha verdi:
-Bugün farklı siyasi partiler Taksim’de darbeye hayır demek için buluşuyor. Bu birlik ruhu darbecilere karşı demokrasinin en büyük teminatı...
Güzel mesajlardı doğrusu... da niçin on gün bekledikten sonra?!. Mesajların hikmetini daha 24 saat geçmeden öğrendik:
-Aralarında Doğan Grubu’ndan kısa aralıklarla atılan Nazlı Ilıcak ve Bülent Mumay’ın da bulunduğu 42 gazeteci hakkında gözaltı kararı çıkmıştı!..
Listede Eyüp Can yoktu... Bülent Mumay’ın isminin bu listede bulunması ise görüşlerine değer verdiğim gazeteciler tarafından şaşkınlık ve endişeyle karşılanmıştı. Nazlı Ilıcak’a gelince; Ergenekon, Balyoz ve Casusluk kumpasları esnasında o kadar can yakmış, öylesine “ahh” almıştı ki, gözaltı kararı hiç kimse için sürpriz olmamıştı!..
-Ve Nazlı Hanım ortadan kaybolmuştu!..

“Onlar gazeteci olduğu için tutuklanmadı ki!..”

Nazlı Ilıcak kumpas davalarında canla, başla “hizmet eden” medya mensuplarındandı!..
Nazlı Hanım’ın o günlerde yazdığı yazılar arşivlerde, açıp bakabilirsiniz; her biri bir utanç vesikası olarak tarihin kara sayfalarında yerini aldı!.. Mustafa Balbay’ın ikinci kez gözaltına alınıp tutuklanmasının hemen ardından neredeyse “oh olsun” edasıyla yaptığı açıklamayı hiç unutmadım:
-Balbay gazetecilik faaliyetlerinden ötürü tutuklanmadı!..
Hanımefendi sanki sorgu odasından çıkmış, beyanat veriyordu! Aynı tavrı Odatv tutuklamaları, şerefli Türk subaylarının onur intiharları, iddianamelerdeki açık sahtecilikler esnasında da gösterdi. Hep aynı sözcüklerle “astı” suçsuz, günahsız insanları:
-Onlar gazetecilikten alınmadı... İntihar suçluluk duygusundan da olabilir... Bir iki yanlış var diye darbecilere göz mü yumulsun...
Ahmet Altanlarla, Yasemin Çongarlarla, Ekrem Dumanlılarla, Mehmet Baransularla ve şimdi bir bölümü yurtdışına tüymüş diğer “kalemşorlarla” aynı kumpas çizgisinde kararlılıkla yürüdü... Kumpasların delil yaratıcılarını da aynı kararlılıkla korudu.. Yurtdışından gelip “kaçma şüphesiyle” tutuklanan subayların ardından en ağır yazıları kaleme aldı. Bugün firarda olan zamanın güçlü savcı ve yargıçlarını alkışladı...
-Kısacası, kumpas döneminin “en kullanışlı” kalemlerinden biri oldu!..
Ve şimdi ortada yok! Yurtseverlerin tutuklandığı sıralarda “aman, çok iyi yoksa kaçabilirlerdi” diyen hanımefendi, daha gözaltı kararları açıklanmadan sabahın 05.00’inde Bodrum’a uçtu. Sonra da buharlaştı... Şu satırlar yazılırken hâlâ kendisinden haber alınamamıştı!..
Şimdii... Eyüp Can’ın o mesajları gözaltı kararlarına saatler kala atması, daha bu kararlar kamuoyuna açıklanmadan Nazlı Hanım’ın sabahın köründe Bodrum’a uçması tesadüf müdür sizce?.. Yoksa hâlâ bir takım kritik noktalarda FETÖ’cü “iyi saatte olsunlar” şakır şakır görev mi ifa ediyor, ne dersiniz?!.
Ne olursa olsun, şerefli insanların kanları ve gözyaşları üzerinden “edebiyat yapan”, kalem sallayan, bağlandığı kapının düdüğünü çalanların düştüğü haysiyetsizlik çukuru bile tek başına yeter de artar!..
-Tarihe “gemiyi ilk terk eden fareler” olarak geçmeleri az şey mi?!.