Çok tuttuğum bir özdeyiş vardır:
-İstatistikler asla yalan söylemez, ama siz istatistiklere istediğinizi söyletirsiniz!..
Bizim Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK de aynen bunu yaptı... Merkez Bankası önceki gün ödemeler dengesi rakamlarını açıkladı. Biz de böylelikle Türkiye ekonomisinin yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 1.8 oranında küçüldüğünü öğrendik. Üstelik cari açığın büyüsek de, küçülsek de devamlı arttığını da görmüş olduk!.. Nedir peki cari açık!.
-Dışarı sattığın maldan elde ettiğin gelirin (ihracat), dışarıdan aldığın mala ödediğin paradan (ithalat) az olması halidir...
Daha kolay anlaşılması için söyleyeyim; döviz açığı demektir ve milyar dolarlarla ifade edilir!.. Ülkeyi yönettiğini zanneden “en büyük Türk büyükleri” yıllardır kerameti kendinden menkul büyüme rakamları açıklarken, sürekli büyüyen cari açık için şöyle bir cingözlük icat etmişti:
-Tamam ama büyümek için finansman gerekiyor, bu da sağlanan finansmanın maliyeti!..
“İyi de küçülünce de cari açık var, üstelik fena halde artarak var; bu durum taşınamaz, ekonomi büyük bir çöküş yaşayabilir” dediğinizde ise çok bilmiş “yetkili muhteremler” fena halde paylayıp neredeyse “vatana ihanetle” bile suçluyorlar karşı çıkanları, iyi mi!..
Biliyorsunuz, Son günlerin modası, dolardaki artışın “üst akıl” tarafından tezgahlandığını haykırarak milleti yastık altındaki dolarını bozdurmaya çağırmak... Bu uğurda Saray’ın bile 200 bin dolarını bozdurduğu bizzat Adalet Bakanı muhterem tarafından TBMM Genel Kurulu’nda söylendi. Hatta Bakan Bey, bu sözleri söylerken “işte dekontu da burada” deyip elindeki bir kağıdı sallayarak dosta düşmana gösterdi... Muhalefet gayet haklı olarak “göstersene şu dekontu” diye karşılık verdi. Muhterem bakan dekontu göstereceğine, sakladı ne hikmetse!..
Aslına bakarsanız bu ülkenin namuslu ekonomistleri zaten uzun zamandır, ekonominin yapısal sorunları sürerken, kırılganlık had safhaya varmışken, yurttaşın yastık altı dolarıyla hiçbir sonuç elde edilemeyeceğini bağırıp duruyorlardı ama oynanan “politik oyun” sürdü gitti...
-Olan zavallı yurttaşın birikimine oldu!..

TÜİK’in öttürdüğü istatistikler!..


Nasıl oldu da zenginleştik meselesine gelince...
Ülkeyi bu hale getirenler baktılar ki durum vahim, tüm göstergeler baş aşağı gidişi gösteriyor, anladığım kadarıyla TÜİK’ten “istatistikleri öttürmesini” rica ettiler!.. o da “selamı çakıp” büyüme hesaplamasında geçmişe dönük güncelleme yaptı, işi bitirdi!.. Nasıl oluyor derseniz, şöyle oluyor:
-Yılın ilk yarısı için açıklanan yüzde 3.9’lık büyüme verisi, “ne sihirdir ne keramet” misali bir kalem oynatışı ile yüzde 4.5 olarak revize ediliveriyor... Sonacığıma taa 2014’e dönülüp, büyüme verisi yüzde 3.0’dan 5.2’ye, 2015 büyüme verisi ise yüzde 4.0’dan yüzde 6.1’e çekiliveriyor... Bitmedi; bu kez 2013’e dönülüp büyüme verisi yüzde 4.2’den yüzde 8.5’e zıplatılıveriyor...
Böylece ne olmuş oluyor?.. Büyüme oranları hormonlanmış, Türkiye olduğundan epey bi fazla büyümüş oluyor!.. “Peki kardeşim bunun bize faydası ne oluyor” diye cahilce bir soru duymuş olmayayım lütfen; zengin oluyorsunuz birader zengin!..
-Dolar bazında gayrı safi milli hasıla 717 milyar dolardan 858 milyar dolara çıkmış oluyor... Bu da kişi başına milli gelirin 9 bin 222 dolardan 11 bin 39 dolara çıkmasını sağlamış oluyor...
Valla iyisiniz yani; durup dururken 2 bin dolara yakın zenginlediniz!.. Nasıl, “patlıcan domates artıp duruyor, cebimdeki para hep azalıyor” mu diyorsunuz?.. Açıkçası işin o tarafını ben de anlayamadım arkadaşlar... Çözümü de buldum; tavsiye ederim:
-Büyüklerimiz ne eylerse, güzel eyler... Bozgunculuk yapmayalım, birlik olalım!..

Erdal Eren 36 yıldır 17 yaşında...


12 Eylül karşıdevriminin en karanlık, en acımasız günleriydi...
Lise öğrencisi Erdal Eren üzerine yapıştırılan “asker katili” etiketiyle 13 Aralık 1980 günü ipe çekildi. Henüz 17 yaşındaydı.. “Asmayalım da besleyelim mi?” diye meydanlarda ahkam kesen faşist cunta lideri ve cürüm arkadaşlarının arzusuyla yaşı küçük filan dinlenmeden ölüme yatırıldı...
Erdal, ailesine yazdığı son mektubunda şöyle diyordu:
-İnsanlık dışı zulüm altında inletildik. O kadar aşağılık, o kadar canice şeyler gördüm ki, bugünlerde yaşamak bir işkence haline geldi. İşte bu durumda ölüm korkulacak bir şey değil, şiddetle arzulanan bir olay, bir kurtuluş haline geldi.
17 yaşında, ölümü arzulayacak denli işkencelerden geçmiş bu çocuğun ailesinden son isteği ise şuydu:
-Şunu bilmenizi ve kabul etmenizi isterim ki, sizin binlerce evladınız var. Bunlardan daha niceleri katledilecek, yaşamlarını yitirecek ama yok olmayacaklar. Mücadele devam edecek ve onlar mücadele alanlarında yaşayacaklar. Sizlerden isteğim bunu böyle bilmeniz, daha iyi kavramaya aba göstermenizdir. Zavallı ve çaresiz biriymiş gibi ardımdan ağlamanız beni yaralar. Bu konuda ne kadar güçlü, ne kadar cesur olursanız beni o kadar mutlu edersiniz. Hepinize özgür ve mutlu yaşam dilerim.
Tıpkı Erdal’ın dediği gibi oldu; binlerle, on binlerle öldük, işkencelerden geçtik... Sonunda ulaştığımız yerde ne özgürlük
ne de mutluluktan eser yok!..
-Bugün “idam isteriz” haykırışlarını izlerken aklımda hep ölüme gönderilmiş o insanların çığlıkları var...