Saray, 32. Muhtarlar Toplantısı’nda seferberlik ilan etti!..
Ancak ilan ediş tarzı biraz tuhaftı; Anayasanın 104. Maddesi’ne atıfta bulunarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başı olarak ve tüm vatandaşlara seslendiğini belirterek şunları söyledi:
-PKK’sıyla, DEAŞ’ıyla, FETÖ’süyle, DHKP-C’siyle ve tüm diğerleriyle, adı söylemi, yöntemi ne olursa olsun, tüm terör örgütlerine karşı milli bir seferberlik ilan ediyorum...
Güvenlik güçlerine seslenerek, yetkilerini sonuna kadar kullanmaktan asla çekinmemelerini de istedi. Teröre karşı savaşı da yeni kurtuluş savaşı hatta yeni Çanakkale savaşı olarak ilan etti...
Vatanımıza göz koyanın gözünü çıkarmanın namus borcumuz olduğunu da vurgulayıp, “öyle tweetlerle, mivitlerle bize gönderme yapanlar bunun bedelini ödeyeceklerdir” gözdağını verdikten sonra ise şu mesajı verdi:
-Ülkemizi viraneye çevirmek isteyenlere izin vermeyeceğiz. Irak’ta, Suriye’de bunu yaptılar. Ama bize yapamayacaklar. Ülkemizi terk etmeye çalışıp Akdeniz’in sularında boğulmayacağız!..
Bu kısım kafamı karıştırdı doğrusu; Irak’ı ABD “demokrasi getiriyoruz” diye işgal etti. O zaman en büyük Türk büyükleri ve destekçileri liberaller “aman da ne güzel demokrasi geldi” diye alkışladılar. Hatta çatışmalarda ölen Amerikan askerleri için üzüntülerini bile belirttiler. O işgal yıllarında ve sonrasında 1.7 milyon Iraklı öldü, tecavüze uğradı, sürüldü!..
Sonra aynı işgalci, Irak’ı fiili olarak üçe böldü, petrolün kaymağını da Batı arasında bölüştü, tabii aslan payı ABD olmak üzere!.. Ardından bir hayalet gibi ortaya çıkan IŞİD Musul’u sahiplendi. Şimdi onu oradan çıkarmak için bilmem kaç tane ülkenin oluşturduğu koalisyon savaş veriyor; Türkiye’yi yönetenler çok istedi ama o savaşa dahil olamadı!.. Bu özetten, Irak’ı viraneye çevirenin kimliği gayet açıkça belli!..
Saray, Suriye’nin de viraneye çevrildiğini söylüyor ki çok haklı, ancak daha en başında “stratejik derinlik” gereği Suriye’yi karıştırmak için koşturanların başında kendileri geliyordu!.. O kadar ki, “15 güne kalmaz Şam’da, Emevi Camii’nde namaz kılacağız inşallah” diyen de kendileriydi!.. Neredeyse 7 yıla dayandı bu ahlaksız “işgal” ve viraneleştirme savaşı, şimdi Suriye güçleri burnumuzun dibindeki Halep’i de, dinci çapulculardan geri almayı başardı..
-Şimdi ne oldu da ülkemizi bu iki zavallı ülkeyle özdeşleştirip, “bize yapamayacaklar” , “mülteci olup Akdeniz’de boğulmayacağız” ağıtı dillendirilmeye başlandı, gerçekten anlamaktan acze düştüm!..

Seferberlik çocuk oyuncağı değil!..


Seferberlik meselesine dönelim ve söylemin “vahametine” bir bakalım...
Öncelikle, bugüne kadar okuduklarım ve öğrendiklerim bana seferberlik ilanının, Cumhurbaşkanı’nın görevlerini düzenleyen 104. Madde’ye göre değil, Anayasanın 122. Maddesi’ne göre ilan edileceğini söylüyor!..
Ayrıca seferberlik, muhtarlara yönelik bir konuşmayla değil, Milli Güvenlik Kurulu’nun görüşü alındıktan sonra Cumhurbaşkanı tarafından toplanan Bakanlar Kurulu tarafından, süresi 6 ayı aşmamak şartıyla yurdun bütününde ya da bir kısmında sıkıyönetim ilan edilerek ve TBMM’de onaylanarak ilan edilir... Peki hangi durumda uygulanır?.
-Olağanüstü Hal (OHAL) ilanını gerektiren hallerden daha vahim şiddet hareketlerinin yaygınlaşması veya savaşı gerektirecek bir durum baş göstermesi, savaş hali veya ayaklanma durumlarında...
Seferberlik ve sıkıyönetim ilanı sürecinde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir. Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir. Demokratik toplum düzeninin gereklerine uyulması şart değildir..
Kafanızı fazla karıştırmamak için detaya girmiyorum. Sonuçta adı üstünde, olağanüstü bir süreçte sıkı bir yönetim!..
-Ancak OHAL varken niçin seferberlik ilan ediliyor, işte orası karışık!..

Başkanlık seferberliği mi?!.


Çünkü, OHAL, Saray ve iktidara istediklerini yapmak için her türlü yetkiyi fazlasıyla veriyor!..
Yukarıda saydığım tüm anti-demokratik uygulamalar sıkıyönetimde olduğu gibi OHAL’de de aynen geçerli; temel hak ve özgürlüklerin askıya alınması hatta tamamen durdurulması da dahil!.. Fark nerede peki?.
-Seferberlik ve sıkıyönetim ilanında tüm yetki askerin eline geçiyor...
Saray ve iktidar böyle bir seçeneği kabullenir mi dersiniz?.. Açıkçası ben hiç ihtimal vermiyorum! Zaten Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum apar topar bir TV programına bağlanıp, bu konuşmanın “hukuki bir çağrı” olmadığını söyledi, iyi mi!.. Peki neymiş, onu da söyledi:
-Bu konuşmayı milli bir davranış olarak görmek lazım. Yanlış bir algı oluşturuluyor!..
Hukuki olmadığı malum da, “yanlış algı” meselesine katılmıyorum; bal gibi bilinçli kullanılmış, sonuçları hesaplanmış bir konuşma algısı yarattı bende!.. Zaten hemen ardından iktidar kanadından ve yanaşma kadrosundan yükselen “seferberliğin anahtarı başkanlık rejimi” yorumlarına bakarsanız hedefin ne olduğunu da hemen ve de açıkça algılarsınız!..
Bu arada seferberlik lafı duyulur duyulmaz “tuzluğu alıp koşanlar” da oldu... Bazıları en ön safta olduklarını ilan etti.. Yine anlayamadığım bir durum var; hem seferberliğin en başında koşturacaksın, hem de “bırakın bu başkanlık sevdasını, parlamenter sistemi güçlendirelim” diye yırtınacaksın!.. Bütün oyunun yalnızca ve yalnızca “Başkanlık” üzerine kurulu olduğunu görmeyecek denli kör müsün birader?!.
-Sen tüm iyi niyetinle “vatan savaşı” diye haykırırken, vatanı “lime lime ediyorlar” farkında değilsin!..