Ankara gergin ve belirsiz günler yaşıyordu...
Lozan Antlaşması’yla birlikte dünya yeni Türkiye’yi ve egemenlik haklarını kabul etmişti. Gerçi bu kabullenişin ardında ağırlıklı olarak “bu yoksulluk ve bu yıkılmış devletin kalıntıları ile zaten uzun süre yönetemez, kucağımıza düşerler” düşüncesi yatıyordu ancak çok değil, bir kaç yıl içinde derin bir hayret ve hayranlıkla “kazın ayağının hiç de öyle olmadığını” görecek, anlayacaklardı!..
Ancak yeni devletin yönetim şekli hâlâ belirsizdi... Evet daha ilk Meclis’in açılışında “hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sloganıyla belirlenen hedefin ne olduğu üstü kapalı olarak ilan edilmiş, bir yıl kadar önce padişahlık lağvedilerek hedefe doğru dev bir adım daha atılmıştı ama yeni rejimin adı hala konmamıştı!..
İşte bu ortamda, 13 Ekim 1923’te tek maddelik bir kanunla Ankara başkent ilan edildi... Bu hem dünyada hem de ülkede büyük şaşkınlık yarattı. Özellikle de Mustafa Kemal karşıtları arasında!.. Bu kararın alınmasında başlıca öge güvenlik olarak gösteriliyordu. Ancak bu kararla birlikte İstanbul ve tabii ki Halifelik Makamı bir çırpıda devlet yönetiminden soyutlanıvermişti!..
Başta halife Abdülmecit Efendi, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Refet Bele gibi, Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’nı birlikte yürüttüğü üst kadro ve TBMM’deki muhalefet pek içerlemiş, öfkelenmişlerdi...
-Bir de müttefik devletler tabii!..
Güzelim İstanbul’dan sonra, kasaba irisi, elektriği, suyu olmayan, doğru dürüst bir lokantası dahi bulunmayan Ankara’da nasıl yaşanabilirdi ki?.. Nasıl olsa fazla ömrü de yoktu!.. Ankara’nın başkent oluşunu kabul etmemeye karar verdiler... Gerçekten de büyük devletler yıllarca Ankara’ya gelmeyecek, işleri İstanbul’dan idare etmeye çalışacaklardı...
-Ancak sonunda tıpış tıpış gelmek zorunda kaldılar!..

Bir dehanın cumhuriyet savaşı!..


25 Ekim 1923 günü aradığı fırsat Büyük Devrimcinin önüne adeta altın tabak içinde sunuldu!..
Daha adı konulmamış devletin yönetimi TBMM’ye bağlı hükümet tarafından yürütülüyordu. Boşalan Meclis İkinci Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı için Mustafa Kemal ve arkadaşları Yusuf Kemal Bey’i ve Ferit Bey’i aday göstermişlerdi. Ancak Halk Partisi Meclis Grubu’ndaki küçük ama gayet becerikli muhalif grubun çalışmasıyla İkinci Başkanlığa Rauf Bey, İçişleri Bakanlığı’na da Sabit Sağıroğlu seçildi!..
Bunun üzerine Mustafa Kemal hükümetin istifasını sağladı, parti yönetimi de Başbakanı ve Bakanlar Kurulu’nu seçmede parti grubunu serbest bıraktı.
-Ve tam da Büyük Devrimcinin düşündüğü gibi kaos etrafı sarıverdi!..
Milletvekilleri çeşitli gruplara ayrılmış, listeler hazırlıyor, sunuyorlardı: ancak hiçbiri genel kabul görmüyordu!..
Mustafa Kemal Paşa 28 Ekim 1923 akşamı bazı arkadaşlarını yemeğe davet etti. Tarihi yemeğe Fethi Bey, İsmet Paşa, Kazım Özalp Paşa, Halit Paşa, Kemalettin Sami Paşa, Fuat Bulca ve Ruşen Eşref Ünaydın katıldı. Tarihi kararların alınacağı, yaşamsal konuların konuşulacağı zamanlarda olduğu gibi masada içki yoktu... Gazi Paşa hiç konuşmuyor, düşünüyor ve dinliyordu. Sorun belliydi, rejim sorunu nasıl çözülecekti?.. Arkadaşlarının görüşlerini dinledikten sonra sorunu kökünden çözecek çareyi dört sözcükle açıkladı:
-Yarın cumhuriyet ilan edeceğiz!..

Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacak!..


Cumhuriyetin ilan edildiği gün Rauf Bey, Refet Paşa, Dr. Adnan Adıvar o sabah Ankara’dan gelen Ali Fuat Paşa’yı Haydarpaşa’da karşıladılar. Kalamış’taki konağa gittiler. Meraktan ölüyorlardı, hemen sordular:
-Ankara’da neler oluyor? Bu hükümet krizinin sebebi ne?.
Ali Fuat Paşa, neler olup bittiğini gayet iyi biliyordu. Sonuncusu hariç Ankara’daki tüm toplantılara katılmıştı. Tane tane yanıtladı:
-Cumhuriyetin ilan edileceği günlerin arifesinde bulunduğumuzu zannediyorum!..
Kurtuluş Savaşı’nın bu öncü isimlerinin canları çok sıkılmıştı; onlar düşmanı kovmayı yeterli buluyor, eski düzenin küçük düzenlemelerle sürmesini istiyorlardı!..
Aynı saatlerde Ankara’da Halk Partisi Meclis Grubu toplanmıştı. Ancak görüşler arasında bir türlü uyum sağlanamıyordu.
Öğleden sonra grup yeniden toplandı. Büyük Devrimci, hazırladığı kanun tasarısından kısaca söz edip, okunması için başkanlık divanı katibine verdi ve kürsüden indi. Bundan sonrası adeta fırtınalı bir denizde sörf yapmaya benziyordu!.. Karşı çıkanlar, acele edilmemesini isteyenler hatta Mustafa Kemal’in halifelik görevini de üstlenmesini teklif edenler oldu!.. En güzel açıklamayı ise tarihçi Abdurrahman Şeref Bey yaptı:
-Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir dedikten sonra, kime sorarsanız sorun bu cumhuriyettir. Biz şimdi çoktan doğmuş olan çocuğun adını koyuyoruz. Ama bu ad bazılarının hoşuna gitmeyecekmiş, varsın gitmesin!..
Cumhuriyet o akşam 20.30’da oy birliği ile kabul edildi. Mustafa Kemal yine oy birliği ile Cumhurbaşkanı seçildi. İstanbul’dakiler ve Trabzon’dan İstanbul’a vapurla gelen Kazım Karabekir Paşa cumhuriyetin ilanını tüm illerde yapılan 101 pare top atışlarından öğrendiler!..
Sevgili Turgut Özakman’ın deyişiyle “Çökmüş çağdışı bir devletten yepyeni, tam bağımsız, saygın bir halk devleti, Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu!..”
Bu cumhuriyet bu ülkenin aydınlık, yurtsever insanlarına analarının ak sütü kadar helal bir cumhuriyettir. Mustafa Kemal’in aziz hatırasına layık olabilmek için bugün bir kez daha hançeremizi yırtarcasına haykırmamız gerekiyor:
-Bizim vücutlarımız da bir gün elbet toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!..
Böyle biline!..