Ne büyükelçi suikastı, ne Beşiktaş ya da Kayseri’deki barbarca terör saldırıları, ne ekonominin durumu, ne de ülkeye, insana, geleceğe dair herhangi bir şey...
Dünyayı “apış arasından” izleyen aşağılık sapıkların gündemi hiç değişmiyor:
-Varsa yoksa taciz, tecavüz, istismar!..
Ne hikmetse, bu sapıklar ya Kuran kursundan, ya vakıf yurdundan peydahlanıyor!.. Genellikle de “din hocası”, “hafız”, “ahlak öğretmeni” gibi sıfatlarla anılıyorlar!..
Kan gölüne dönmüş bir ortamda, mutsuzluğun, umutsuzluğun dibine vurmuşken, etrafımız adeta terörle, teröristle kuşatılmışken, iğrenç ötesi bir İstismar/taciz haberi daha patlak verdi:
-Bu kez yer Giresun’un Alucra İlçesi... Mekan bir hafızlık kursu... İstismara/tacize uğrayan 13 erkek çocuk... Bu aşağılık eylemi gerçekleştiren ise kurs hafızı!..
Alucra İmam Hatip Lisesi’ni bitirmiş ve Anadolu Üniversitesi İlahiyat Bölümü ön lisans mezunu olan Halil İbrahim U. İsimli bu sapığın İŞKUR kadrosundan ve müftülüğün oluru ile işe alındığı ve hafızlık eğitimi almadığı da belirlendi, iyi mi!..
Olay kursta istismara uğrayan çocukların durumu ailelerine anlatmaları üzerine ortaya çıktı. Peki ne zaman ortaya çıktı? Sapık hafız 29 Ağustos’ta gözaltına alındı, 30 Ağustos’ta ise tutuklandı... Savcı iddianameyi dahi hazırladı. Peki kamuoyu niçin bu sapkınlığı aylar sonra öğrenebildi?.
-Özenle üstü örtüldüğü, gözlerden uzak tutabilmek için her yola başvurulduğu için olmasın sakın?!.
Bir örnek vereyim; iddianamede kursta görevli diğer hocaların olayın patlak vermesi üzerine çocuklara şöyle baskı yaptığı anlatılıyor:
-Merak etmeyin onu cezaevine gönderteceğiz. Ailelerinize şikayet etmeyin, kurs kapanır, üstünü biz örteceğiz!..
Yürekli bir gazetecinin, Mert Taşçılar’ın çabalarıyla ortaya çıkan bu pislikle ilgili olarak, iddianamede yer alan ayrıntıları sizlerle paylaşmayacağım, mideniz kaldırmaz!.. Ancak müftü kılıklı muhteremin ibretlik savunmasını görmeniz lazım!.. Alucra Müftüsü Mustafa Akbulut uzun süreli bu istismar olayından, soruşturmadan yalnızca bir gün önce haberi olduğunu ileri sürdü. Bu sapığı işe alma gerekçesi ise tam bir sefillik örneği:
-Yatılı hafızlık kursunda dini bilgisi yeterli ve ezber yaptırabilecek kapasitede görevli bulunmaması...
Yahu, bu herif-i naşerif hafız bile değil!.. hangi cüretle çocukları sorup soruşturmadan elin herifine teslim edersin?..
Yurdun en ücra köşelerine kadar bir örümcek ağı gibi yayılmış kurslardaki binlerce, on binlerce çocuğu nasıl bir gelecek, nasıl bir yaşam bekliyor sorusuna ise yanıtım yok ne yazık ki...
-Daha doğrusu düşündüğümü ifade etmek istemiyorum!..

“Öfkeli çocuklar” oldu mu size terörist!..


IŞİD’in, El Nusra’nın ve adına “cihatçı” denilen, “Özgür Suriye Ordusu” diye fiyakalı bir de sıfat yakıştırılan çapulcu takımının ortalıkta fink attığı zamanlardı!..
Türkiye bütün gücüyle ÖSO’ya destek veriyordu. Hatta zamanın Başbakanı IŞİD’in türevi olan El Nusra’ya “terörist” denmesine dahi kızıyor, karşı çıkıyordu!.. Ancak bu konuda unutulmayacak benzetmeyi, şu sıralar kendi cenahından bile dışlanan Ahmet Davutoğlu yapmış, yanaşmalardan alkış bile almıştı.
-Öfkeli çocuklar!..
İşte bu öfkeli çocuklar, yıllarca Suriye’yi kan ve ateş denizine çevirdi. Halep’i 4 yıla yakın süre işgal altında tuttu. Sonunda Suriye ordusu Halep’i bunlardan temizledi...
Türkiye’de iktidar ve yandaşları ayağa kalktı. Halep’te katliam yapıldığı, soykırım uygulandığı manşetlere çekildi. İstanbul ve Ankara’da Rus ve İran büyükelçilikleri önünde İslamcılar intikam gösterileri yaptı. Hatta yandaş gazetelerde, ekranlarda bu iki ülke açıkça hedef gösterildi. Bir AKP milletvekili İran’ı “en büyük İslam düşmanı” olarak yaftaladı!..
Sonra ne oldu?.. Rusya Büyükelçisi bir Çevik Kuvvet polisi tarafından katledildi. Hemen ertesi günü Moskova’da Suriye Zirvesi Deklarasyonu yayınlandı:
-İran, Rusya ve Türkiye(...) demokratik ve seküler bir devlet olarak Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygılarını bir kez daha ifade ederler.
Bitmedi, Milli Savunma Bakanı Fikri Işık’tan da şöyle bir açıklama geldi:
-Doğu Halep’in militanlardan arındırılması için başarılı operasyonun devam ettiğini görüyoruz...
Eee, ne oldu “katliam”, “soykırım” haykırışları?.. Ekranlarında, gazete manşetlerinde, köşelerinde hedef gösteren muhteremlerin şimdi bu zirveyi kutsamaları, “bravo” diye alkış tutmaları hangi ruh halinin tezahürü?.. Yahu rüzgargülü bile böyle hızlı dönemez!..
-Bu durumu çok önce yazan Hüsnü Mahalli niçin hâlâ içeride o halde?!..

O Yılmaz Büyükerşen, siz kimsiniz?..


İlk tanıdığımdan bu yana hep aynı duyguya sahibim...
-Daha çok sayıda Yılmaz Büyükerşen olsaydı, ülkenin yazgısı değişirdi!..
Bir kavruk Anadolu kentini, dünya standartlarına taşıyan, Türkiye’nin en önemli üniversitelerinden birini, Anadolu Üniversites’ini yaratan, “Açık Öğrenimi” ülkeye armağan eden, burada saymaya olanak olmayan hizmetlerin “dev adamından” söz ediyorum...
İşte böyle bir hizmet adamına, UNESCO’nun düzenlediği çok önemli bir toplantı için İçişleri Bakanlığı OHAL kapsamında izin vermedi!.. Yetmedi Almanya’da düzenlenen iki toplantıya katılması için de izin çıkmadı Büyükerşen’e...
Nedeni yok! Daha doğrusu açıklama yok!.. Yalnızca bir tek şey söylenebilir:
-Yılmaz Hoca, çook sonraları bile yaptıklarıyla, yarattıklarıyla hatırlanır, saygı ve sevgiyle anılır...
Bu yasağı getirenler ise tarihte bir dipnot bile olamazlar!..