Muhterem yandaş medyanın aklı başına yeni yeni gelmeye başladı!..
Biliyorsunuz, başta havuz medyası, iktidarın kuyruğuna takılan bilumum gazete ve televizyonların engin desteği ile, darbe girişimi gecesinden başlayarak on binlerce hatta yüz binin çok üzerinde yurttaş FETÖ taraftarı, yandaşı, destekçisi olarak hallaç pamuğu gibi atıldı...
Askerden öğretmene, polisten işadamına, öğrenciden işçiye aklınıza gelen her kesimden yurttaş ya ihraç edildi, ya açığa alındı ya da tutuklandı. Felaket gecesinin hemen ardından başlayan “temizlik harekatı” OHAL uygulamasıyla Türkiye çapında genişletildi. Tabii bunda ihbar furyası da çok ama çok etkili oldu; ancak bu ihbarların en azından önemli bölümünün ne kadar sağlıklı olduğu yapılan işlemler sonucu ortaya çıkmaya başladı...
FETÖ ile hiç ilgisi olmayan ancak iktidara muhalif olarak bilinen çok sayıda insanın da “fırsat bu fırsat” desturu ile temizlendiği ortaya çıktı!..
Ancak her ne hikmetse “elinde kepçe, koca Türkiye kazanında FETÖ’cü avına çıkan” iktidar güçleri bir kesime hiç dokunmadı:
-ÖGG’ler!..
Yani Özel Güvenlik Görevlileri ve kurumları!.. Sevgili Soner Yalçın darbe girişimi öncesinde de, sonrasında da defalarca bu konuyu yazdı; ancak ne bir ses, ne bir nefes, tık çıkmadı!.. Hatta çağlayan Adliyesi’nde Savcı Mehmet Selim Kiraz şehit edildikten sonra Odatv “o güvenlik şirketini neden kimse konuşmuyor?” diye sordu yine ses çıkmadı!..
Sonunda dün Star gazetesi manşetinden “ÖGG Dosyasını” açtı. Rakamlar felaket!.. olayın vahametini bilmeme karşın ben bile ürperdim...
-Türkiye’de bir üçüncü silahlı güç var, hem de ne yetkilerle!..

En stratejik yerler ÖGG’ye emanet!..

Star gazetesi OHAL’in üçüncü ayı biterken “Gizli tehlike” başlığı ile uyardı:
-15 Temmuz’daki hain kalkışma sonrası asker, polis ve yargıda büyük temizlik yapıldı, ancak onlara hiç dokunulmadı. Uzmanlar uyarıyor: önemli kurumlar Pensilvanya’dan izlenebilir hatta ÖGG’ler Türkiye’yi vurabilir!..
Günaydın, deyip devam edelim; Türkiye’de ÖGG sertifikası alanların sayısını biliyor musunuz? Tam 1 milyon 17 bin!.. Peki, aktif güvenlik görevli sayısı ne kadar dersiniz? O da 280 bin! Bir karşılaştırma yapalım; TSK’da sivil uzmanlarla birlikte 391 bin 695 personel bulunuyor. 2015 sonu verilerine göre 81 ildeki polis sayısı ise 220 bin civarında, iyi mi!.. Diğer bir deyişle, Özel Güvenlik gücü Türk polisine 60 bin fark atıyor!.. Yurtdışına bakalım: 300 bin personeli olan Yunan ordusuna rakip olacak büyüklükte!..
Bitmedi; bu personel kullandığı silahların yanı sıra, özel izinle ağır silahlara da sahip!.. Bu iktidarın 2004’te çıkardığı yasayla ÖGG’ler polis ve askere ait bazı görevleri de üstlenmiş durumda. Daha sonra 2008 ve 2016’da yapılan düzenlemelerle görev alanları daha da genişletildi. Şahıs ve araçları el ve köpekle arayabiliyor, trafik belgesi kontrolü yapabiliyorlar. ÖGG’lere yapılan saldırı ise polis ve askere yapılmış sayılıyor!..
Daha da vahimi, bizzat Özel Güvenlik Federasyonu Başkanı Bülent Perut, ÖGG’lerin 160 bini aşan kısmının “FETÖ üyesi” olduğunu açıkladı. Ve bu arkadaşlar Türkiye’nin elektrik, su, haberleşme, yargı ve sağlık hizmetleri gibi bir yığın stratejik kurumunun güvenliğini sağlıyorlar; şahane bir mantıkla “kurda kuzu teslim edilmiş durumda!..”
Soner’in defalarca uyardığı üzere, Türkiye’nin üçüncü silahlı gücü haline gelen ÖGG’ler kendilerine “emanet edilen” bu stratejik mevkilerde neler yapabilirler hiç düşünüldü mü acaba?!.
-Bakalım en büyük Türk büyükleri, sonunda kendi yandaşlarının bile dayanamayıp “gizli tehlike” şeklindeki uyarıları karşısında uyanacak mı, göreceğiz?!.

4 kıtadan 40 kadın öyküsü

Pırıl pırıl bir kitap...
Bir duyarlı kadın, tam 4 kıtadan rengarenk, bir o kadar ayrı dünyalardan 40 kadının gülümseten, ağlatan, iç acıtan, hayran bırakan öykülerini anlatıyor... Adı da insanı mıknatıs gibi çekiyor:
-Gitme... Dönmezsin dedi annem.
Bir alt başlığı daha var; 40 öykünün neler anlattığını, nelere dokunduğunu, hangi acılarla, hüzünlerle, hasretlerle örüldüğünü anlatan:
-Kimi değip geçer, kimi de delip...
Kitabın yazarı bir Cumhuriyet ve kadın hakları savaşçısı... Üniversitelerde Türk Devrim Tarihi, Türk Tiyatro Tarihi, İletişim, Etkili ve Güzel Konuşma, Halkla İlişkiler dersleri veren bir eğitim aşığı aynı zamanda... Çok uzun yıllardır dostum, arkadaşım olmasından onur duyduğum Neşe Doster, yine kadın ve dünya odaklı bir kitaba imza attı. ABD’den Brezilya’ya, Arjantin’den Suriye’ye, Meksika’dan Tunus’a, Azerbaycan’a dünyanın dört bir tarafından acılı, terk edilmiş, her şeye karşın mücadele eden, ayakta duran, kazanan kadınları anlattı...
Okurken tıpkı onun yaşadıklarını yaşadım; bazen gözlerimin yandığını, boğazıma bir yumrunun takıldığını, yutkunamadığımı hissettim, bazen kendimi gülümserken, hatta kahkaha atarken yakaladım.
Ancak, öykülerin sonunda şu karara vardım; ülkeler arasında uçurumlar olsa da, kimi pek geri, kimi pek ileri olsa da kadınlar her şartta yine aynı... Sorunlar, dertler, çileler pek benzer... Gel de sevgili Duygu Asena’nın o güzelim romanını bugüne uyarlama:
-Kadının hâlâ adı yok!..
Teşekkürler Neşe Doster, kalemine sağlık...