Adalete saygısı ve bağlılığının örnekleri tarihin pırıltılı sayfalarında yer alan Türk Ulusu’nun, Gazi Mustafa Kemal’in önderliğinde kazandığı Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan sonra gerçekleştirdiği en büyük devrim, temeli hukuk ve uygarlık olan çağdaş demokrasinin büyük adımı lâik cumhuriyettir. TBMM’nin kuruluşu, 1921 ve 1924 Anayasalarını öngördüğü niteliklerle benimsediği ilkeler, 3 Mart 1924’ten başlayarak birbirini izleyen ilerici yasalarla başardığı atılımlar, lâikliğin Anayasa’ya girmesiyle yükselen insanlık değerleri, 1950’de demokrasiye geçiş, onurlu çabaların anıtsal sonuçlarıdır.
Türk Medenî Kanunu ile toplumsal yaşama getirilen güvenceyle ışıklanan ulusal yapımız, 1950 sonrası başlatılan siyasal nedenli gerici kalkışmalar, bu kapsamda verilen ödünlerle özünden uzaklaştırılma saldırılarına uğramıştır. Evrensel bir değer olan, hak ve özgürlüklerin güvencesini oluşturan hukuk, siyasal çoğunluğun kötüye kullandığı yetkileriyle yaşama geçen yasalarla derin yaralar almıştır. Yargı bağımsızlığı sözde kalmış, mahkemelerin kararlarının yerine getirilmesi iktidarın oluruna bağlanmışçasına geciktirilmiş, değiştirilmiş, yasa değişiklikleri ya da savsaklamalarla geçersiz sayılacak duruma getirilmiştir. Bugün de en büyük sorun yargı bağımsızlığıdır.
Hepsinden daha kötüsü, Anayasa’nın yasakladığı olumsuz dış etkilerden çok, bu etkilere açık, aklıyla vicdanın ortak kanısını açıklaması gereken kimi yargıç, savcı ve üyeler kişisel eğilimlerinin, kimi bağımlılıklarının iç baskısıyla adaleti siyasetin buyruğuna vermişlerdir. Düzmece, yapay dâvalar, kumpaslar bu utandırıcı durumun kanıtlarıdır. Kimi savcı ve yargıçlar yurtdışına kaçmışlar, kimileri tutuklanmış, kimileri de görevden alınmışlardır. Yargıda yıkım sayılacak durum, 1950 sonrası uygulamaların ötesine geçmiş, şimdiye kadar rastlanmamış bir sarsıntıyı yansıtmaktadır.

ÖYLE Kİ


Yurttaşların bilerek ya da yanılarak yargıya yönelik yakınmaları, eleştirileri olabilir. Oluyor da. Bunlar kendilerine ilişkin işlemler ve kararlar nedeniyle çoğu duygusal tepkilerdir. Ancak, yargıya saygıyla bağdaşmayan, yargıya duyulması gereken güvene zarar veren konuşmalar devlet temsilcilerinden de gelmektedir. Günümüz cumhurbaşkanının “Anayasa Mahkemesi kararını tanımıyorum, saymıyorum” sözleri bunun en ağır örneğidir. Şimdiki Yargıtay Başkanı’nın “..geçmişte yargıya güven yüzde yetmiş idi, şimdi yüzde otuzlara düştü” sözü, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’ndan bir başkanın “..yargının sopa gibi kullanıldığı, belli amaçlara âlet edildiği 93 yıllık cumhuriyette başka dönem yok. 2007-2013 utanç dönemini ilk defa yaşıyor Türkiye Cumhuriyeti” eleştirisi herkesi uyarmalıdır. Anayasa Mahkemesi emekli başkanı Haşim KILIÇ son konuşmalarından birinde “..toplumda yargıya güven yüzde altmışyediye indi. Âdil yargılamayı sağlayan bir yargı sistemi şart. Her ilde adalet sarayı yapıldı ama ancak adalete güven yok. Hukuk güvenliği yoksa ekonomi gelişemez, normalleşme olmaz. Kamu gücü, intikam aracı olmaktan kurtarılmalıdır.” demiş (SÖZCÜ, 21.4.20l6).
Yazarlardan “Darbe hukuklarının işleyişini aratan hukuksuzluk. -Yargı çökmüş durumda. Bazı yargıçlar, hukuk fakültelerinde kendilerine öğretilen hukuk bilgisi ve vicdanlarına göre değil, siyasal görüşlerine göre karar veriyor. İktidar da kendine uygun karar veren yargıcı koruyor, kolluyor, gözetiyor. Batmış durumdayız. -Yargı var fakat iktidar ya da iktidarın kolladıklarına dokunmak söz konusu değil. -Hukuk zaten yok hükmünde. Temel hak ve özgürlükler, yargı bağımsızlığı bir kişiye bırakılmış. -Türkiye’deki siyasî islâmcı adalet. -Yargıdaki yargıç değil, devlet memuru olmayı tercih etmiş çürük elmalar da gözardı edilemez.” Son günlerin medyasından aktardığımız bu değerlendirmeler çok üzücü. Bunlara neden olanların sorumluluğu çok ağır. “Yargıda cinnet hâli” başlıklı yazılar, “Hukuk zaten yok hükmünde”, “Yargı bağımsızlığını arıyoruz ama bulamıyoruz”, “Skandal karar”, “Utandıran karar” değinmeleri çok acı. Neden olanlar utanmalıdır.

YAZIK


İçişleri Bakanı yapılan kişi “Anayasa’yı tanımıyorum” dediğinde yaraşır olduğu tepkiyi almadı. Cumhurbaşkanı, daha sonra TBMM Başkanı sakıncalı sözleri nedeniyle işleme bağlı tutulmadı. CHP liderinin “Ortada lâik cumhuriyete meydan okuma ve buna göz yuman bir yargı vardır. Görevlerini yapmayan savcılarla karşı karşıyayız. Savcıları göreve dâvet ediyoruz” çığlığı ve çağrısı var.
Adaleti yaşama geçiren yargı organlarındaki görevlilere, başta Barolar olmak üzere yurtsever aydınlara büyük görevler düşüyor. Hukukun özgün kurumu yargıya güveni ve saygıyı en üst düzeye çıkaracak yapıcı çabalara girişmekte gecikilmemelidir. Yoksa ne demokrasi kalır, ne haklar, ne de özgürlükler. Şimdi de İstinaf Mahkemeleri’ni bahane ederek Adalet Bakanı’nın başkanlık yaptığı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu eliyle yüksek yargı organlarında değişiklik yaparak siyaset ağını iyice örecekler. Yargının yükünü hafifletme savıyla yargıyı büsbütün bozacaklar ve başkanlık sistemiyle diktayı dayatacaklar. Plânları böyle görünüyor.