Tarih derslerini Ordinaryüs Profesör Enver Ziya Karal veriyordu. Zooteknik derslerini Profesör Selahattin Batu, ekonomiyi Profesör Muhlis Ete, edebiyatı Sabahattin Eyüboğlu, ziraatı Profesör Kazım Köylü, coğrafyayı Profesör Ferruh Sanır anlatıyordu.

*

Ankara Konservatuarı’nın saygın ustaları klasik müzik öğretiyordu. Mesela, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün enstrüman demirbaşı şöyleydi: 259 mandolin, 55 keman, 37 bağlama, sekiz akordeon, üç piyano, üç davul, bir metronom, bir pikap.

*

Halk müziği derslerini Aşık Veysel ve Ruhi Su veriyordu, saz çalmasını öğretiyordu. Harika çocuklar Suna Kan ve İdil Biret misafir olarak getiriliyor, köy çocuklarını teşvik etmek için, yaşıtlarına keman ve piyano dinletiliyordu.

*

Türkçe, matematik, fizik, kimya, resim, müzik, tarih, coğrafya, psikoloji, sosyoloji, pedagoji, spor derslerinin yanısıra, sağlık, makine, motor, fotoğrafçılık, kooperatif, ziraat, bağcılık, seracılık, ağaççılık, sütçülük, konservecilik, hayvancılık, arıcılık, tavukçuluk, balıkçılık, ipekböcekçiliği, inşaat, demircilik, marangozluk, dokumacılık, biçki dikiş, ev idaresi, yemek dersleri vardı. Bu dersler uygulamalıydı.

*

Kazmayı küreği alıyor, tarlaya çıkıyor, alternatif tarım teknikleri üzerine çalışıyorlardı. Fırına giriyor, ekmek pişiriyorlardı. Laboratuvarları vardı, fizik kimya deneyi yapıyorlardı. Bisiklet, motosiklet, motorlu balıkçı teknesi kullanmasını öğreniyorlardı.

*

Arkeolojiyle tanışıyorlardı, Efes’e Perge’ye incelemeye gidiyorlardı.

*

Her cumartesi günü, öğrenciler, öğretmenler, müdürler aynı salonda buluşur, geride kalan haftayı değerlendirirdi. Ancak... Bu değerlendirme, öğretmen gözüyle değil, öğrenci gözüyle yapılırdı. Öğrenciler açık yüreklilikle, çekinmeden, öğretmenlerini eleştirir, rahatsız oldukları konuları dile getirirdi. Öğretmenler kendilerini savunmaz, eleştirilen konuları bir daha yapmamak için not alırdı.

*

Öğrencilere asla “çocuklar” diye hitap edilmez, isimleriyle hitap edilirdi. Eğitimde korku değil, sevgi, hoşgörü esastı. Köy enstitülerinin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç’un bizzat kaleme aldığı genelgede şöyle deniyordu: “Hiçbir öğretmen hiçbir öğrenciye el kaldıramaz, dayak atamaz, kötü söz söyleyemez, eğer bu dediklerimi yaparsa, öğrencinin de aynı şekilde mukabele etmek hakkıdır.”

*

Resim yapıyorlardı. Voleybol oynuyorlardı. Tenis kortu vardı, tenis oynuyorlardı. Futbol sahası vardı. Orkestraları vardı. Sinema salonu vardı. Tiyatro salonu vardı. Bedri Rahmi Eyüboğlu bir hatırasını Cumhuriyet gazetesinde yazmıştı: “Okulun hayvanlarını barındıran ahırında bir çocuk gördüm, gece nöbeti ona düşmüştü, elinde kitap vardı, dalmıştı, Shakespeare okuyordu, okuduğunu nasıl kavradığını, ertesi gün oynadıkları harika piyeste gördük.”

*

Mozart, Vivaldi, Beethoven dinliyorlar, Gorki, Tolstoy, Zola okuyorlardı. “Her mezunumuz en az 150 klasik okumuş halde diploma almalı” diye gelenek vardı. Moliere’in Kibarlık Budalası’nı, Sofokles’in Kral Oedipus’unu, Gogol’un Müfettiş’ini sahneliyorlardı.

*

Bahçeleri heykellerle donatılmıştı.

*

Kız erkek beraberdi.
Karma eğitim yapılırdı.

*

O senelerden bir mezuniyet töreni programı, sırasıyla şöyleydi: İstiklal Marşı, bağlama konseri, türküler, mandolin konseri, şiirler, keman konseri, piyano konseri, koro, Anton Çehov’un Bir Evlenme Teklifi, diploma takdimi, hep beraber zeybek.

*

Tarikat yuvasında yanarak hayatını kaybeden gariban köy çocuklarını toprağa verirken yazıyorum bu satırları...

*

Bilgi meşalesi yurdu aydınlatıyordu.
Yurt yangını ülkeyi kavurdu.

*

Gericilere oy verip ilerleyeceğini zanneden yurttaşlar elini vicdanına koyarak cevaplasın diye soruyorum.

*

Allah aşkına...
Hangisi 1936?
Hangisi 2016?