ABD başkanlık seçimlerini Donald Trump’ın kazanması, Ankara’da hükümet çevrelerinde büyük memnuniyet yaratmıştı.
Ama geçen bir ay içinde, Trump’ın daha başkan koltuğuna oturmadan attığı adımlar nedeniyle, bu memnuniyet yerini yavaş yavaş endişeye bırakmaya başladı.
Bakın nasıl?
ABD’de federal savcılar başkan tarafından atanıyor. Toplamda 93 federal savcı var.
Donald Trump, başkan seçildikten sonra bu 93 federal savcıdan sadece bir tanesi ile görüştü ve “görevine devam etmesini” istedi.
Bu savcı, Türkiye açısından da tanıdık bir isim...
New York Güney Eyalet Federal Savcısı Preet Bharara...
Bharara’yı Türkiye yakından tanıyor çünkü kendisi, ABD’de tutuklu bulunan Reza Zarrab’ın davasının savcısı...
Ayrıca, Zarrab davasıyla bağlantılı olarak bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “FETÖ’cülerle ilişkili” dediği savcı...
İktidar partisi, ABD başkanlık seçim sürecinde, FETÖ’cülerin bağışlarıyla kampanya yürüttüğü için Demokrat Başkan Adayı Hillary Clinton ile köprüleri en baştan atmıştı.
Trump’ın seçimiyle, FETÖ konusunda ABD’nin ciddi adımlar atacağı beklentisi hakim olmuştu.
Ancak Trump, daha koltuğa bile oturmadan, Ankara’da iktidarın en üst düzeyde, Cumhurbaşkanı/Adalet Bakanı’nın açıklamalarıyla müdahil olduğu davada, en istenmeyen adımı attı.
Peki bu adımın atılmasında gerekçe ne olabilir?
Dava dilekçelerinde Türkiye’nin adı sık sık geçse de, aslında Zarrab davası doğrudan İran’la ilgili. Zarrab, İran’ın Devrim Muhafızları gibi askeri kurumlarına finansal destek sağlayarak, İran’a yönelik Amerikan ambargosunu delmekle suçlanıyor.
Demokrat Başkan Obama’nın “İran’la barışma” adımlarının aksine, Trump’ın seçim kampanyasını oturttuğu dış politika ayaklarından biri, İran karşıtlığı idi.
Bu açıdan, Bharara’nın Zarrab davası, Trump’ın İran’ın “kolunu kanadını kesmek” amacıyla aynı doğrultuda ilerliyor.
Bu açıdan Trump’ın Bharara adımı, izleyeceği dış politika önceliklerini de gösterir mahiyette... Trump, Ankara’dan yükselen aleyhte seslere rağmen Bharara’yı yerinde tutarak, izleyeceği dış politikada Türkiye’nin öyle beklendiği gibi “öncelikler arasında” olmayacağının da işaretini vermiş oldu.

Türk Akımı’nın yararları/zararları


AKP iktidarının Rusya ile yakınlaşma politikasının önemli bir meyvesi de Türk Akımı projesi...
AKP, Türk Akımı’yla Türkiye’yi bölgenin enerji geçiş merkezi yapmayı planlıyor.
Görüntüde hedef Türkiye’nin çıkarına...
Ancak bu hedefe ulaşmak için AKP’nin izlediği yol, yani Mavi Akım anlaşması ile Rusya’ya verilen imtiyazlar konusunda muhalefetin büyük endişeleri var.
CHP Milletvekilleri Ahmet Akın ve Serkan Topal, Türk Akımı’nın TBMM görüşmeleri sırasında yazdıkları muhalefet şerhiyle Türk Akımı için Rusya’ya verilen tavizleri ve projenin Türkiye’nin çıkarları açısından sakıncalarını tek tek sıraladı:
- Türkiye hali hazırda doğalgaz alanında Rusya’ya bağımlı durumda... Türkiye’nin tükettiği doğalgazın yüzde 55’i Rusya’dan alınıyor. Türk Akımı’yla birlikte, bu bağımlılık daha da artacak. Rusya’yla ileride ortaya çıkabilecek bir gerilimde, Türkiye enerji alanında ciddi sıkıntıya düşebilecek.
- Anlaşmayla Mavi Akım
konusunda “kamulaştırmama ve millileştirmeme güvencesi” veriliyor. Bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik
haklarına aykırı...
- Mavi Akım üzerinden Rusya’nın Avrupa’ya göndereceği gazdan, Türkiye herhangi bir harç ya da geçiş ücreti almayacak. Ayrıca projeyi yürüten Rus şirketlerine gerektiğinde “kamulaştırma” garantisiyle çok sayıda vergi muafiyeti tanınacak. Tüm bu “imtiyazlar” karşılığında Türkiye’nin ne alacağına ise anlaşmada hiç yer verilmemiş durumda...
- Mavi Akım’ın inşası için Trakya’da SİT alanları ve kıyı şeridi tahsis edilecek, 3. Boğaz Köprüsü için kesilenin yaklaşık iki katı ağaç kesilecek.
Muhalefet, tüm bu sakıncaları TBMM’de kayıtlara geçirdi.
Ama iktidar bu çekinceleri tartışmadı bile. Ve anlaşma
Meclis’ten geçti.

ANKARA FISILTISI

Dış politikada Yıldırım ağırlığı


Yurtdışından Türkiye’ye bakanların kafaları bugünlerde çok karışık...
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sadece son bir hafta içinde yaptığı, birbiriyle kimi zaman taban tabana zıt açıklamalar bu kafa karışıklığının nedeni...
Erdoğan, hem Suriye politikasında, hem Avrupa Birliği’ne yönelik mesajlarda önce çok sert çıktı, sonra bu çıkışlarını “düzeltti”.
SURİYE konusunda, Erdoğan Fırat Kalkanı operasyonunun amacını, “Esad’ın hükümranlığını sona erdirmek” olarak açıkladı. Bu açıklama, Esad’ın en büyük destekçisi Rusya’ya takıldı. Moskova’dan “konunun BM Güvenlik Konseyi’ne götürülebileceğine” kadar varan mesajlar gelince, Erdoğan yeni bir açıklama yaparak, “Fırat Kalkanı’nın amacı bir kişi ya da ülke değil, terördür” dedi. Rusya, memnuniyetini hemen belli etti.
AVRUPA BİRLİĞİ için daha salı günü “Bulunmaz Hint kumaşı değilsin” diyen Erdoğan, 48 saat sonra “Hemen yarın AB’ye katılmaya hazırız” dedi, Avrupa ile son dönemde yükselen gerilimi ise “güncel siyasi çatışmalar” olarak nitelendirdi.
Erdoğan cephesinde dış politika konusunda tüm bu dalgalanmalar yaşanırken Başbakan Binali Yıldırım ise çizgiyi hiç bozmadı. Yaptığı tüm konuşmalarda AB üyeliğinin Türk dış politikası için “hedef” olduğunu hep tekrarladı. Suriye’de Esad konusuna doğrudan girmeyip, Fırat Kalkanı’nın amacını sürekli olarak “sınır güvenliği ve terörle mücadele” kapsamında tuttu.
Yıldırım’ın bu zigzagsız dış politika söylemi nedeniyle yabancı diplomatlar ve siyasetçilerin Türkiye’ye bakışlarında “Başbakan ağırlığı”ndan söz edilmeye başlandı.
Sadece dış politika da değil...
Yabancı diplomatlar Yıldırım’ın TÜSİAD konuşmasında ekonomide ve sosyal alanda “sorunların farkındayız, çözmeye çalışıyoruz” mesajını da, kavgacı üslup yerine sakinliği tercih etmesini de altını çizerek not etmiş durumda...
Kısacası; dış dünyada bugünlerde Başbakan’ın sesine daha fazla kulak verme eğilimi hakim...